Duygusal tüketim nesnesi olarak Atatürkçülük |
Söze doğrudan girelim…
İzmir’de ve başka yerlerde son zamanlarda yaşanan su kesintileri hakkında “belediye çalışmıyor” dediğiniz zaman hemen tepki görüyorsunuz: “Su akmasın ne çıkar biz Atatürkçüyüz!”
LGBT veya birtakım cinsel kimlik tartışmalarına değinecek olsanız…
Sanki Gazi’nin bu konuda bir icazeti veya direktifi varmış gibi, “Atatürk Türkiye’sinde bu tür tartışmaları yapmak saçmalık!” diyerek lafı ağzınıza tıkıyorlar.
Belediye başkanları yolsuzluktan, hırsızlıktan, arsızlıktan tutuklanır, “hırsızlık var mı, yok mu?” diye sorarsınız…
“Başkan ve ekibi Atatürkçü, devrimci, Kemalist bla bla bla… O yüzden tutuklandı” savunması ile karşı karşıya kalırsınız. Hırsızlık-mırsızlık gündemden düşer.
Türkiye, Misâk-ı Millî sınırları için savunma sanayini güçlendirir. Güvenliği için sınır ötesi operasyonlar yapar, tehdit ve saldırılara karşı politika geliştirir…
“Şov yapıyorsunuz. Atatürk, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ demişti. Kim, bize niye saldırsın” diyerek kara bir propagandaya başlarlar. Kitlelerini de arkalarına alarak memleket aleyhine çalışırlar.
Atatürk’ün partisi, Atatürk kızları, Atatürk yemekleri, Atatürk Türkiyesi, Atatürk osu, Atatürk busu…
***
Kabul edelim…
Atatürk bu toplumun hâlâ en popüler ‘duygusal tüketim nesnesi’…
Kültürel ve siyasal yeni bir küresel iklimin inşa edildiği günümüz ‘post-truth’ çağında, kurucu liderin hedef olarak gösterdiği ‘uygarlık seviyesi’nin kıyısına bile gelememiş zihinlerin aynı çukurda debelenmesi…
Çok acı!
Siyasal çıkar peşinde koşanlar, her politik hamlenin gerekçesi olarak Atatürk’ün adını kullanmaktan (‘Atatürk de olsa böyle isterdi’ gibi) çekinmiyor.
Rakiplerini etkisizleştirmek için Atatürk’ü bir ‘siyasî sopa’ gibi kullanma konusunda pervasız. Kendi tezini kutsal, karşı tezleri ‘Atatürk karşıtlığı’ olarak sunuyor.
Parti içi mücadelelerinde Atatürk’ün mirasını araçsallaştırmaktan........