menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tasavvuf ahlakı güzelleştirme çabasıdır

10 0
28.05.2024

Hz. Peygamber sallahu aleyhivesellem ölçülü bir zühd hayatı yaşadı; çevresindekileri de bu hayata özendirdi. Ebû Hüreyre radiyallahu anh Hz. Peygamber’in sallahu aleyhivesellem “arpa ekmeğiyle karnını doyurmadan bu dünyadan göçtüğünü” anlatırdı. İslam’ın ahiret inancına göre dünya sınav yeridir ve geçicidir; asıl ve ebedî hayat, ölüm sonrasında başlayacaktır. Bu nedenle dünya hayatının fâni hazlarının ihtiyaçtan fazlasına önem vermek anlamsızdı.

Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetindeki inanan ve hayırlı işler (a‘mâl-i sâliha) yapanların âhirette nâil olacakları mutluluğa ilişkin müjdeler ve kötülük işleyenlerin uğrayacakları bedbahtlık hakkındaki açıklamaları, Müslümanlarda kulluk duyarlılığına; dinî hayatta canlılık ve hızlılığa; ahlâkî bilincin gelişmesine yol açtı.

Hz. Peygamber sallahu aleyhivesellemin irtihalinden sonra, özellikle Emevîler döneminde baş gösteren iç savaşlar, siyasî gruplar arasındaki çekişmeler, bazı yöneticilerin haksız tasarrufları hayatta olan sahabeleri rahatsız etti. Asr-ı Saâdet’teki takvâ, zühd, tevekkül, kanaatkârlık, fedakârlık gibi ahlâkî erdemlere dayalı hayat anlayışının yerini servet, debdebe ve gösteriş tutkuları almaya başlamıştı. Bu olumsuz gelişmeler, başta Ebû Zer el-Gıfârî, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Abdullah b. Mes‘ûd, Selmân-ı Fârisî, Huzeyfe b. Yemân ve Ebü’d-Derdâ gibi sahâbîler olmak üzere, zâhidâne bir ahlâka eğilimli olanlar arasında ciddi hoşnutsuzluklara yol açtı.

İbn Haldûn’a göre zühde yönelme çizgisi, hicri II. Yüzyıldan itibaren sûfiyye ve mutasavvıfe diye anılmaya başladı. Zühd kelimesi ise “dünyadan yüz çevirme”, “halktan uzak durmak” ve “ibadete ağırlık verme” anlamında ve belli bir kesimin hayat üslûbunu ifade etmek üzere ilk defa Hasan-ı Basrî tarafından kullanıldı. Bu sebeple genellikle Hasan-ı Basrî tasavvufun kurucusu sayılır.

Genellikle “Sünnî Tasavvufu” diye adlandırılan anlayışta olanlar Hz. Peygamber sallahu aleyhivesellemi en yüksek ahlâk örneği sayar ve onun ahlâkını en titiz bir şekilde uygulayanların sûfîler olduğunu belirtirler; onlara göre tasavvuf, sünneti ihya ve güzel ahlakla imanı kemale erdirme çabasıdır. Ayrıca Sünnî tasavvuf kaynaklarında, başta Hulefâ-yi Râşidîn olmak üzere, çoğu ehl-i Suffe’den olan birçok sahâbi, zühd ve tasavvuf yolunun öncüleri olarak gösterilir.

Ehl-i sünnet çizgisini takip eden sufiler, bir yandan “kalbin amelleri” (a‘mâlü’l-kalb) denilen takvâ, vera‘, niyet, ihlâs gibi dinî - ahlâkî erdemlerin önemi üzerinde ısrarla durmakta, bu erdemleri ihmal ettikleri gerekçesiyle fukaha ve kelâmcılar gibi “zâhir âlimler”i şiddetle eleştirilmektedirler; diğer yandan da tasavvuf, dervişlik, melâmet gibi kisveler altında din ve ahlâk kanunlarıyla bunların uygulamalarını (a‘mâl-i cevârih) hafife alan sözde sûfîlere de (müstasvife) ağır eleştiriler yöneltilmişlerdir.

Hemen bütün Sünnî alimler, eserlerinde tasavvuf kavramının tanımında ahlâkla ilişkisini vurgulamışlardır; “tasavvuf, ne birtakım merasimler ne de bir bilgi yığınıdır; aksine tasavvuf yalnızca ahlâktır.” demişlerdir. Tasavvufun hürriyet, fütüvvet, dünya gailelerinden sıyrılmak ve cömertlik erdemlerinden ibaret olduğu savunula gelmiştir.

Nitekim Hasan-ı Basrî, takvâ ehlinin doğru sözlülük, ahde bağlılık, sıla-i rahim, yoksullara merhamet, gurur ve kibirden arınmışlık,........

© Haber7


Get it on Google Play