Suriye satrancı sarmala dönerken Şah kim vezir kim?
Suriye’de geçtiğimiz günler içinde yaşanan olayların ( İsrail’in İdlip’i bombalaması, Alevi toplum ile Şara yönetimi arasındaki çatışmaları, provokasyonları ve kapsamlı toplumsal gösterileri, Şara Yönetimi ile SDG yönetimi arasındaki uzlaşmazlığı, İsrail’in Güneyde devam eden operasyonlarını, vb) vahameti bir yana olayların seyri açısından analiz edilmesinde yarar vardır. 15 Mart 2011 tarihinde Beşşar Esed rejimine karşı ülke genelinde büyük protestolar ile başlayan Suriye İç Savaşı ( El harbu el ehliyye es Suriyye) başlangıcından itibaren büyük değişimler, sürprizler, beklentiler, hayal kırıklıkları, travmalar, kayıplar, yeni riskler, yeni sorular ve sorgulamalar ve tahmin edilemeyecek açılımlarla devam ediyor. Daha da ötesi Suriye Savaşı adeta bölgesel ve küresel savaşın işletim sistemindeki bir virüs gibi işlev görerek her bir güce kendi savaşını transfer ediyor. Ortadoğu arenasını bir aynalar labirentine çeviren bu Suriye Savaşında aynaların yanıltmasından birçok güç kurtulamıyor. Bir bakıyoruz savaşın yükü bir güçten diğerine transfer edilmiş, bir bakıyoruz Suriye Savaşı başka bölgesel güçlerin tam merkezine yerleşmiş. Acaba Suriye mi savaşıyor veya başka bir gücün içinde mi savaş cereyan ediyor? Galip kim, mağlup kim? Satranç tahtasında kim şah kim vezir kimler piyon?
Satrancı kim oynuyor? Veziri kim sürüyor? Taşlar bağımsız mı? Suriye savaşının başından beri içimde olan bir his şu ki, bütün bu olan bitenler bize anlatılanlar kadar basit değil.
Savaş ve Barış Dönemleri Modellemesi
Barış zamanlarının iyimserliği ile savaş zamanlarının karamsarlığını dengeleyecek ne olabilir? Keza savaş zamanlarının irrasyonel algıları ile barış zamanlarının aklın sonsuza kadar egemen olacağına dair naif inancı da asla itidal seviyesi bulunamayacak aşırılıklardan. Her ne durumda olursak olalım, toplumlar ve insanlar bir ana duygunun anaforuna kapıldıklarında başka bir dünyanın varlığını kolay kolay düşünemezler. Mesela barışta var olan aşırı kar hırsı, finansal mabetlerin yıkılmayacağı duygusu, sonsuza kadar yaşanacağı arzusu ve statülerin hiç değişmeyeceği önyargısı o derece yıkılmaz duvarlar inşa ederler ki, içinde yaşayan insanlar bütün bunların yıkılıp gittiği günleri hayal bile edemezler. Keza savaşlarda taktik beceriler bir şekilde gelişse de stratejik düşünme hatta basit bir paradigmatik yaklaşım bile çok zor olabilir. Birinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa toplumlarındaki iyimserliği, kendilerine özgüveni, barışın bir daha savaşları hiç olmayacak şekilde arka plana attığı Güzel Çağı “Belle Epoque” ne güzel anlatır S. Zweig. Ancak, bu iyimser havanın iki hafta içinde toplum tarafından anlaşılmaz şekilde gazeteler üzerinden nasıl tersine çevrildiğini de anlatır. Büyük şaşkınlığını aile içinden aktarır, “teyzemin aşçı olan kocası Avusturya Macaristan İmparatorluğunun güvenliği Bosna’dan başlar” demekteydi. Halbuki der Zweig, eniştemin Balkanlar haritasını hiç bilmediği bir gerçekti. Herkesin bir stratejist, herkesin bir askeri uzman kesildiğini anlatır. Buna benim ilavem şudur ki, bu bilginler topluluğunda olması gereken kişiler, yani askeri yöneticiler yoktur! Olmadığı için de genç Sırbistan Prensliği tarafından utanç verici bir bozguna uğratılırlar. Asker toplamak için imparatorluk bir seferberlik emri yayınlar, bu emir 17 dilde hazırlanmıştır. İmparatorluk kendi içinde bir birlik değildir.Bundan daha inanılmaz olanı aynı duruma İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında düşülmüş olmasıdır. Cepheye Alman askerleri sevk edilirken savaşın sadece üç beş ay süreceği kanaati hakimdir. Buna ilaveten basına yansıyan ilhak ve işgal haberleri hem Alman üretim devlerinin (Alman kapitalistlerinin) hem de kamuoyunun duygularını okşamaktadır. Almanya içinde müreffeh yaşayan toplum, sınır ötesinde devasa hayat alanlarına (F. Ratzel’in “Lebensraum” kavramı) kavuşacaktır. Yetenekli Çek’lerden Südet Almanları (Sudetenland, Sudety) imparatorluğa katılmıştır! Ardından Viyana Alman Reich’ının sınırları içine girmiştir. Polonya'nın Yıldırım Harekatı ile fetih ise daha anlamlıdır. Hem yeni topraklar kazanılmış hem de eski hesaplar görülmüştür. Benelüks ülkelerinin, Fransa’nın işgali ise Alman kapitalistlerine, Nazi kurumlarına, geniş parti sempatizanlarına hatta toplumdaki orta halli vatandaşlara bile gurur yaşatmıştır. Ta ki cephelerden mağlubiyet haberleri ve ekonomi ve günlük yaşamda kısıtlamalar ve savaş kayıpları gözleninceye ve yaşanıncaya kadar. Filmin son bölümlerini çok iyi biliyorsunuz…
Şunu da unutmamak gerekir ki her devlet ve her millet kendi önyargılarıyla sınanır. Merkezi devlet aklına sahip Fransa aşılmaz zannettiği, adını Savunma Bakanlığı müsteşarı André Maginot’dan alan Maginot Hattının Alman Ordularının saldırı stratejisi karşısında işe yaramaması ile sınanır. Savaşın hemen başında koskoca devlet ve ordu teslim olur. İngiltere ise geçmiş yüzyılın süper gücü olmanın, yüksek üretim kapasitesinin sarhoşluğuyla ve askeri teknolojiler ile üretime yeterince önem vermediği için başlangıçta ağır bir bedel öder. Savaşa hazır olmak kadar aşırı bir şekilde yani savunma üretimini destekleyici oransal büyüklükte kaynak ve sivil üretim eksikliği olmasına rağmen salt askeri donanıma sahip olmanın gururuna sahip olmanın bedelini ödeyen güçler de vardır.
Zaibatsu’nun bütün gücüne rağmen Japonya başlangıçtaki fetihleri kadar hatta daha fazlası bir büyüklükte mağlubiyet ve zillet yaşar, “Güneşin oğulları” Komodor Perry’e teslimiyetlerinden daha ağır bir anlaşma yapmak zorunda kalırlar. Barış ve savaş dönemlerinin en hafif tonundan en ağır haline kadar milletleri yöneten duyguları, önyargıları ve algıları kısaca modellemiş olduk.
Suriye Krizinde Tutumlar, Kazanımlar, Kayıplar
Suriye iç savaşı çıktığında Türkiye olarak bugüne nispetle az da olsa ekonomik, askeri, siyasi, sosyal ve........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein