Niçin İsrail'e dur denilmiyor? Yeni dünya düzeni ve savaş konumlanmaları/konumlandırmaları
Bugün küresel düzeni ve dengeyi etkileyecek çatışmaları ve ülkelerin pozisyonlarını anlamak için zamanda bir hareket noktası belirleyip anlamlandırmaya çalışalım. İlk başta çok aşırı görülebilecek bir paradigmatik varsayımı vurgulamak istiyorum. 1989’da Berlin Duvarının yıkılışı ve 1991’de SSCB yönetiminin tasfiye kararı almasının yeni dünya düzeninin başlangıcı ve sebebi olduğu hafızalarımızda yer etmiştir. Halbuki bu olayların bir sebep olmaktan çok sonuç oldukları açıktır. Bizim iddiamız şudur ki, yeni dünya düzeni SSCB’nin tasfiyesini ve dünyanın başka bölgelerinde de farklı olayların gelişmesini tetiklemiştir ki bunlardan en önemlisi Yugoslavya’nın parçalanmasıdır. Bu dramatik ve radikal olaylar gelişir ve büyürken bölgenin farklı ülkelerinde ve dahası dünyanın farklı bölgelerinde de krizler, katliamlar, müdahaleler yaşanmıştır. Şunu ifade edelim ki, sistemik olayların analizine tahsis ettiğimiz bu yazıda olaylar içindeki milliyetlerini dinlerin, kültürlerin zati değerlerini ve küresel ve bölgesel aktörlerin etik açıdan değerlendirilmesini bir başka yazıya bırakacağız. Ana hedefimiz küresel sistemde oluşan yeni düzeni, barış dengeleri ve gelecekteki savaşlara yönelik konumlandırmaları anlamaya çalışmaktır. Zira bu yeni oluşturulan denge ve düzen gelecekteki birçok yerel veya bölgesel aktörü işlevsellik , etkinlik ve baskınlık açısından belirleyecektir.
1990’lı yıllara gelindiğinde hala Soğuk Savaş döneminin ölçüleriyle bölümlemiş bir dünya haritası var ise de arka planda dünya nüfusunun çoğu için sonuçları henüz tam bilinmeyen devrimler gerçekleşmektedir. Bunların en başında bilişim teknolojilerindeki devrimler yer almaktadır. Bilişim devrimleri sayesinde dünya üzerindeki sınırlar kolaylıkla aşılmaya başlandığı için devletlerin bireyler ve toplumlar üzerindeki etkileri de zayıflamaya başlamıştır. Bir yandan rıza üretimi ihtiyacı en üst seviyeye çıkarken, diğer yandan da bilişim devrimlerini ve içeriklerini yaratan güçler açısından rıza manipülasyonu yeteneği de aynı oranda üst seviyelere çıkmıştır. Diğer yandan, dünya üretim kapasitesinin tasarım ve pazarlama zirveleri tekelleşmiş, sadece taşeron üretim periferideki taşeron ülkelere veya bölgelere dağıtılmıştır. Patent ve kritik organizasyonlar belli kapitalist merkezlerde yoğunlaşmıştır.
Bu ana eksen üzerindeki gelişmeler dünya düzenindeki bazı büyük ülkeleri parçalama, bazılarını birleştirme, velhasıl yeni bir düzen kurma imkanını ve gerekliliğini doğurmuştur. Nitekim, son on yirmi yıl öncesinden SSCB sisteminde görülen ekonomik ve sosyal sorunlar da kaldıraç olarak kullanılarak yeni düzenin oluşması aşamasında bu büyük sistemin tasfiyesi sonucu doğmuştur.
Bir sistemik devrim ve değişim gerçekleştiğinde iki ana eksen üzerinde inşa yapıldığını söyleyebiliriz (Bu yazıda bu tür köşeli ve diğer başka detayları ihmal eden yaklaşımları yazdırmamak gerekiyor. Başa detaylar yok demiyoruz, sadece ana hareket noktasını belirlemeye çalışıyoruz. Detaylar ayrıca işlenebilir). İki ana eksenin birincisi, düzenin merkez ve periferisini bütünlüklü inşa etmektir. Mesela bu yazı çerçevesinde bilişim teknolojilerinin tekelleşmesi, yüksek teknoloji şirketlerinin yeni düzenin kurucu başkentlerinde yoğunlaştırılması; askeri ittifakların konsolide edilmesi ile ekonomik ve siyasi birliklerin inşası birinci aşamayı içermektedir. İkinci aşama ise bütün bu kapsamlı inşa edilen düzenin savunmasını, gelecekteki savaşlarda başarıyı tetikleyecek konumlandırmayı, vb konuları içermektedir. İlk aşamaya ilişkin olarak, sivil, sosyal, ekonomik, finansal, vb alanlarda faaliyet gösteren BM Ajanslarını ve küresel güvenlik kararlarını alan BM Güvenlik Konseyini vurguladıktan sonra küresel liberalizasyonu içeren Dünya Ticaret Örgütü ve GATT görüşmelerini ve küresel tek devlet fikrini taşımaya çalışan BM yapısını; kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını; Avrupa Birliğini, Avrupa Konseyini, daha alt başlıklar olarak Batı Afrika Ekonomik Birliğini, vs verebiliriz. Askeri alanda ise ilk aşamada sadece Anglo-Sakson müttefikleri kapsayan UKUSA antlaşmasını, NATO’yu, bir de anlaşma gerektirmeyen askeri ortaklıkları (En başta geleni İsrail, ABD ve İngiltere üçgenidir) sayabiliriz. Bilindiği üzere her iki büyük dünya savaşında ve bu iki savaştan önceki dünya savaşı provası denilebilecek Holllanda- İngiltere ve İngiltere - Fransa küresel savaşlarında büyük güçler savaşı domine etmişler, dünyanın ilgili bölgelerindeki devletler ise tarafsız kalsalar bile bir şekilde ana güçlerin müttefiki, hedefi, zarar göreni, vs. olmuşlardır. BM dışındaki ittifaklar üzerinde durmamızın nedeni, BM bünyesinde karar alınması zorlaştığında askeri müdahalelerin diğer dar........
© Haber7
visit website