Dünya’da çatışmalar neden artıyor? |
Günümüzde tırmanan birçok çatışma, yüzeyde stratejik çıkarlar veya askeri gerilimler üzerinden açıklansa da, esasen tarihsel hafızaların, etnik kimliklerin ve ulusal mitolojilerin yeniden siyaset alanına taşınmasının ürünüdür. Ulus-devletlerin kolektif kimliklerini şekillendiren tarihsel anlatılar, yalnızca geçmişe dair bir okuma biçimi değil; aynı zamanda bugünkü politikaların meşruiyet zeminidir. Bu nedenle çatışmaların çoğu, "bugün" yaşanıyor gibi görünse de, aslında "geçmişin yeniden sahnelenmesi"dir. Geçmişte bastırılmış ya da dondurulmuş etnik, dini ve tarihsel sorunların bugün yeniden alevlenmesi tesadüfi değildir; bilakis, küresel düzeydeki güç boşluğu ve zayıflayan normatif yapı, bu tür meselelerin yeniden siyasallaşmasını mümkün kılmaktadır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra şekillenen tek kutuplu dünya düzeni, yaklaşık otuz yıl boyunca Batı merkezli liberal normların hâkimiyetinde yürütüldü. ABD liderliğindeki bu yapı, müdahaleci güvenlik politikaları, neoliberal ekonomik modeller ve uluslararası kurumlar aracılığıyla küresel istikrarı tesis etmeye çalıştı. 2008 küresel ekonomik kriziyle birlikte ABD’nin normatif ve ekonomik liderliği tartışmaya açıldı; Çin’in yükselişi, Rusya’nın jeopolitik meydan okumaları ve bölgesel aktörlerin kendi güvenlik mimarilerini inşa etme çabaları bu sistemin kırılganlığını gözler önüne serdi.
Bugün içinde yaşadığımız küresel sistem, artık tek kutuplu değil; ama çok kutuplu da değil. Ortaya çıkan yapı bir “post-blok kaotik denge”dir: belirgin bir liderin yokluğunda, güç merkezleri birbirinden kopuk biçimde pozisyon almakta; klasik ittifak sistemleri çözülmekte; uluslararası hukuk normları keyfi biçimde ihlal edilmektedir. Bu kırılgan ortamda ortaya çıkan çatışmalar yalnızca güç rekabetinin sonucu değil, aynı zamanda normların ve kuralların bulanıklaştığı bir sistemde "kim daha fazla fiili zemin kazanırsa o haklıdır" anlayışının tezahürüdür.
ABD artık küresel sistemin tek belirleyicisi değildir. Afganistan’dan çekiliş sürecinde yaşanan koordinasyonsuzluk ve Ukrayna Savaşı’ndaki sınırlı angajman, Washington’un eski müdahale kapasitesini ciddi biçimde sorgulatmıştır. Bu durum, Çin gibi yükselen aktörlere stratejik alan açmış; “küresel liderlik” artık Batı değerlerine değil, bölgesel pragmatizme ve askeri caydırıcılığa dayalı yeni güç tanımlarına bırakılmıştır.
Çin’in “Kuşak ve Yol” girişimi, yalnızca ekonomik bir kalkınma projesi değil; aynı zamanda bir küresel düzen teklifidir. Pekin, Batı’nın kural temelli düzenine alternatif olarak, yatırım ve altyapı diplomasisiyle şekillenen, çıkar temelli çok merkezli bir sistem inşa etmeye çalışmaktadır. Bu durum yalnızca Asya-Pasifik'te değil, Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar uzanan geniş bir etki alanında görülmektedir. Çin’in bu yayılmacı stratejisi, Tayvan üzerindeki baskısıyla askeri düzleme de taşınmakta; ekonomik genişlemenin stratejik derinliği doğrudan........