Altay Tankı: Çeliğe bürünmüş bağımsızlık iradesi

Türk savunma düşüncesi, yalnızca modern çağın ürünü değildir; kökleri, devletin varlığını koruma refleksine dayanan bin yıllık bir stratejik kültürün içinden filizlenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, top döküm teknolojilerinden tersane inşalarına, kale mühendisliğinden harp endüstrisine kadar geniş bir yelpazede, dönemin koşullarına uygun bir askerî üretim kültürü oluşmuştu. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in 15. yüzyılda döktürdüğü devasa toplar, yalnızca askeri gücün değil, dönemin teknik bilgi birikiminin de sembolüydü. Ancak imparatorluğun son dönemlerinde Avrupa’da hızla gelişen sanayi devrimine ayak uydurulamaması, askeri teknolojide dışa bağımlılığın başlangıç noktası oldu.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Kayseri Uçak Fabrikası, Kırıkkale Mühimmat Tesisleri ve Etimesgut Zırhlı Araç Atölyesi gibi girişimler, Türkiye’nin kendi savunma sanayini kurma iradesini yansıtıyordu. O yıllarda, yerli mühendislik bilgi birikimi sınırlı olmasına rağmen, ideal güçlüydü: “Türk’ün silahını Türk yapmalı” anlayışı, o dönemin zihinsel altyapısını oluşturdu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik zorluklar ve savaş sonrası oluşan uluslararası sistemdeki bağımlılık ilişkileri, bu idealin uzun süre ertelenmesine neden oldu.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye açısından adeta bir uyanış anıydı. ABD’nin uyguladığı silah ambargosu, dışa bağımlılığın stratejik kırılganlığını gözler önüne serdi. Bu olay, Türkiye’de savunma sanayinde millileşme fikrinin bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunun fark edilmesine yol açtı. İşte bu dönemde kurulan ASELSAN, TUSAŞ ve ROKETSAN gibi kurumlar, sadece mühendislik yapılanmaları değil, aynı zamanda millî direncin kurumsal ifadesi olarak tarih sahnesine çıktı.

2000’li yıllarda Türkiye, savunma teknolojilerinde dış alımdan ortak üretime, oradan da özgün tasarıma evrilen bir stratejik yol izledi. Kara, hava ve deniz platformlarında yerli katkı oranının yükselmesi, sadece üretim kapasitesini değil, karar alma süreçlerindeki özgüveni de artırdı. Bu süreçte Altay tankı, Türkiye’nin kendi teknolojik kaderini tayin etme iradesinin simgesi haline geldi. Bir bakıma, Osmanlı’nın dökümhanelerinde başlayan savunma üretimi serüveni, Altay’ın çeliğinde yeniden vücut buldu.

Altay, bu tarihsel çizgide bir son değil; geçmişin birikimini geleceğe taşıyan bir köprü niteliği taşır. Onun üretimi, yalnızca bir teknoloji başarısı değil, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin, yani bağımsızlık ülküsünün........

© Haber7