Müfredat denen öğretim programlarını, derslerin anayasası ve iskeleti olarak tanımlayabiliriz. Kişinin, toplumun, ülkenin geleceğiyle birebir ilişkisi vardır. Nasıl bir ülke olacağız sorusuna verilecek cevabı müfredatınızın seviye ve kalitesi belirleyecektir.
Bugünlerde müfredat değişikliği gündemde. Ne var ki tüm dünya Filistin için ayağa kalkmış, İsrail zulmünü lanetlerken bu zulme karşı sus pus olanlar konu müfredat değişikliğine gelince ülke çapında hareketlendiler. Bilinen ezberleri tekrar servis etmeye başladılar.
Konuya yakından mercek tutunca dokunulması istenmeyen şeyin “K12 Beceriler Çerçevesi” adı ile uygulanan UNICEF destekli bir proje olduğunu görmekteyiz. Bütünsel eğitim, Education Corner'a göre, ABD'de 1980'lerde geliştirilen nispeten yeni bir harekettir. Bununla birlikte, kişinin tüm deneyimine dayanan eğitim teorisinin kökleri, Yunan ve yerel yerli kültürlerinkiler de dahil olmak üzere eski öğretim kavramlarına dayanmaktadır ve geçtiğimiz yüzyılda yaygınlığı artmıştır. Maria Montessori'nin kendi kendini motive eden büyüme felsefesi ve Rudolf Steiner ve Emil Molt'un Waldorf deneyimsel öğrenme tekniği de dahil olmak üzere, bütünsel eğitime dayalı birçok farklı yaklaşım 20. yüzyılda güç kazanmıştır.
K12 beceriler çerçevesi, okul öncesinden başlamak üzere 12. sınıfın sonuna kadar öğretimi planlıyor. Derslerin aşamalı olarak ilerlemesini sağlıyor. Yani bu çerçeve öğretim programlarını düzene koymaktadır.
Peki K12 beceriler çerçevesi ne kadar bizim? Bize ne kadar uygun? Bir eğitim modelinin başka bir yerden alınması sorun olmamakla birlikte, eğer böyle bir şey yapılacaksa bunun nasıl yapıldığı önem kazanmaktadır. Bu anlamda müfredatın ithal ve yabancı kavramlardan kısmen de olsa arındırılması, buna ilaveten milli ve manevi boyutların eklenmesi asıl üzerinde durulması gereken konu haline gelmektedir. Dolayısıyla bakanlığın bu çalışmaları uzun vadeli çözümlere başlanması için bir başlangıç olarak görülebilir.
Her ne kadar yabancı bir kültürün ürünü olsa da hazırlanan müfredatı kendi kültür ve inanç sistemimize göre yorumlayıp değerlerimize uygun hale getirmek ve sadeleştirmek oldukça normal ve aslında gerekli bir çalışmadır. Çünkü müfredatı olduğu gibi alıp kullanmak şimdiye kadar başarılı olmadığı gibi bu sefer de başarılı olamayacak ve çocuklarımızı başka bir ülkenin hedefleri doğrultusunda yetiştirmek anlamına gelecektir. Zira temeli ABD’ye dayanan mevcut müfredat çalışmasının felsefesi ABD’nin kültür ve inanç sistemine göre programlanmış ve doğal olarak ta kendi çocuklarını nasıl yetiştirmek istedikleri sorusunun cevabını vermektedir.
O halde müfredatı kendimize göre uyarlamamamız Milli Eğitimimizin asli bir görevidir. Milli Eğitim Bakanının da açıklamalarından bu doğrultuda çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu noktada önceden beri eğitim sistemini yönlendiren ve bunu da aslında modern ve zamanın gerekleri doğrultusunda yaptığını iddia eden bazı çevreler harekete geçerek her zamanki laiklik ve çağdaşlık kavramları üzerinden çalışmaları baltalamaya ve sabote etmeye çalışmaktadır.
Sonuç olarak müfredat üzerinde sınırlı da olsa kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda bir değişiklik iradesi ortaya çıkmış bulunuyor. Bize düşen bu iradenin arkasında durmak ve desteklemektir.
Tam Bağımsızlık Kültürel ve Maarif Bağımsızlığı ile Mümkün
Unutulmaması gereken, tam bağımsızlığın, maarif ve kültürel bağımsızlıkla yakından alakalı olmasıdır. Ülkenin varlığını yerli ve milli zihinlerle mümkün olduğu gerçeğinin ne kadar farkındayız? Müfredatın bazı boyutları evrensel olsa da özü millidir. İthal edilemez, üretilir.
İki yüzün üzerinde üniversitesi ve doksanın üzerinde Eğitim Fakültesi ile Türkiye kendi müfredatını ortaya koyamaz mı? Biz kendi 21. yüzyıl maarif tasavvurumuzu hayata geçiremez miyiz? Bizim eğitimcilerimiz zeka ve fikir fakiri olmadığına göre bir araya gelip en güzel modeli hayata geçireceğine inanıyoruz. Yeter ki o ortam ve imkanı hazırlayalım. Bize en uygun, bizi yansıtan ve bize yarayacak bir müfredatın yapılması için hiçbir engel yoktur.
Yerli modellerde ısrarcı olmamızın sebebi şu:
Kendi değerlerinizi kattığınız modellerle zirveye ulaşılabilir ve muvaffakiyet basamaklarında ilerlenebilir. Savunma sanayii ve Selçuk Bayraktar örneği bize şunu gösteriyor: Eğer taklitte kalıyorsanız, kopyalama ile meşgulseniz, ürettikleriniz araştırma- geliştirmeye (AR-GE) dayalı değilse, teknolojik bağımlı ülkeler sınıfında kalmaya mahkumsunuz.
Tarih ve geçmişten kopuk, ithal, kopya ve taklit üzerine kurulu okul ve eğitim sistemleri bünyeye uymadı. Ne öğretmen benimsedi ne de öğrenci… İnsanımızı da hiçbir zaman motive etmedi. Başka ülkelerin modelleri şimdiye kadar bizi aldatıp durdu. Avrupa’dan ithal eğitim metotları ile varılan yerin vahameti ortada. Halbuki yerli modellerle çözüme başlasaydık, hayırlı ve muvaffakiyetli eğitim modeline........