Şaibeli bir Türk Milliyetçisi Moiz Kohen

Tekin Alp, Munis Tekinalp ve Musa Tekinalp gibi takma isimlerle tanınan Moiz Kohen, 1883’te Serez’de doğdu. Yahudiliğe din adamı yetiştiren ve kutsal bir sınıf olarak kabul edilen “kohen” ailesine mensuptu. Yahudi ait çeşitli din okullarında sağlam bir din eğitimi aldı. Babası İzhak Kohen ve ailesinin birçok ferdinin aksine hahamlık yapmayı değil, hukuk alanında üniversite eğitimine devam etmeyi tercih etti. Selanik, 1912’de Yunan işgaline uğrayınca önce Viyana’ya ardından da İstanbul’a yerleşti.

Hayatının farklı safhalarında, rüzgarın istikametine göre duracağı yeri ustaca tayin eden Moiz Kohen’in Osmanlıcılıkla başlayıp Türkçülüğe evrilen, nihayetinde Kemalist Türkçü bir figür olarak devam eden politik ve fikirsel serüveni, bir Kohen Yahudisi olduğu da düşünüldüğünde, şaibeler barındıran bir özellik ortaya koyar.

Daha çok Yahudi ve Sabatayistlerin kontrolünde kurulan ve bir darbeyle ele geçirdikleri koca bir cihan imparatorluğunu çok kısa bir sürede hunharca harcayan İttihat ve Terakki’ye 1905’te katıldıktan sonra Osmanlıcılığı savunan hararetli yazılar yazmaya başlar. 1908’den itibaren çeşitli yayın organlarında Türkçenin Yahudiler arasında yaygınlaşmasını ve Yahudilerin Osmanlıya entegre olmalarını teşvik eden yazılar kaleme alır. Bu amaç doğrultusunda 1909’da Tamim-i Lisân-ı Osmani Cemiyeti’ne başkan olur. Bütün bunları yaparken, bir yandan da dünyadaki Siyonist dava arkadaşlarıyla bağını koparmaz. La Epoca ve Yeni Tasvir-i Efkâr gazetelerinde Siyonizmi anlattığı yazılarına devam eder.

Moiz Kohen, dünyanın çeşitli ülkelerinde dağınık yaşayan Yahudilerin, Filistin’de kurulacak bir devlet yerine, geniş Osmanlı topraklarına yerleşmelerini savunuyordu. Bu görüşlerini 1909 yılında Selanik delegesi olarak katıldığı Dokuzuncu Dünya Siyonist Kongresi’nde dile getirir; fakat bu görüşleri diğer Siyonistlerce kabul görmez.

Balkan hezimetinin akabinde İttihat ve Terakki gözden düşünce Osmanlıcılığın yerine Türkçülük yükselen trend hâline gelmişti. Burnu iyi koku alan Moiz, dümeni Ziya Gökalp’in başını çektiği Yeni Hayat hareketine kırar. O artık bir Osmanlıcı değil, Türkçülüğün yılmaz bir savunucusuydu. 1912’de Türkçülüğü Avrupa’ya tanıtan yazılar yazar. Türkçü olarak yazdığı yazılarda Osmanlıcılığı, Türklerin gördüğü bir rüya olarak niteleyerek önceki fikirlerinden çark eder. Ona göre Türkler, Balkan Savaşı’yla bu rüyadan uyanmış ve yaşanan felaketin ardından Türkçülük akımının yükselişiyle millî ruha kavuşmuştur.

Türkçülük akımının etkisini yitirdiği Mütareke Dönemi’nde ise Moiz Kohen, bu sefer de Yeni Osmanlıcılık siperine sığınır. 1919’da Zekeriya Sertel’in öncülüğünde çıkan Büyük Mecmua’da “Yeni Osmanlılık” başlıklı yazılar kaleme alır. Millî Mücadele yıllarında ise Moiz, sus pustur, herhangi bir faaliyetine rastlanmaz. Canından çok sevdiği Türkler (!) ölüm kalım savaşı verirken Moiz’den her nedense ses seda çıkmaz. Muhtemelen galip gelecek tarafa nasıl ve hangi argümanlarla yaranacağının altyapısını oluşturuyordu.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Moiz, Kemalist ideolojinin en hararetli savunucularından biri olarak ortaya çıkar. Memlekette oluşan yeni manzara, gayeleri açısından son derece müsaittir. 1928 yılında yazdığı Türkleştirme adlı kitapla ifsâd faaliyetlerine kaldığı yerden devam eder. Dönemin muktedir ruhuna uygun millet tanımını öne çıkaran Moiz, Türkleştirmeyi, Türk olmayan vatandaşları, gerekirse zorla Türk yapmak olarak tanımlar. Yahudilerin nasıl Türkleşeceklerini ise Tevrat’taki On Emir’i uyarlayarak Evâmir-i Aşere başlığı altında ifade eder. Yahudi gibi bir toplumun aidiyetinden asla vazgeçmeyeceğini çok iyi bilen Moiz, aslında bu çabasıyla Yahudileri değil, diğer unsurların zorla Türkleştirilmesi konusunda muktedirleri teşvik etmeyi amaçlıyordu. Zira baskı yoluyla Türklük empoze etmenin iç karışıklıkların........

© Haber Vakti