Ey Yahudi!

21 Ağustos 1969 sabahının erken saatlerinde Mescid-i Aksâ civarındaki cami minarelerinden heyecanlı çağrılar yükselir. Pek sıradan olmayan bu telaşlı çağrılar, Mescid-i Aksâ’nın minber tarafında yangın çıktığını, herkesin yardıma koşmasını yalvarırcasına ister. Kısa sürede kadın erkek, genç yaşlı yüzlerce Kudüslü, soluğu söylenen yerde alıyor, elden ele taşıdıkları toprak ve kumla yangını söndürürler. Kundaklama olduğu anlaşılan yangın söndürülene kadar paha biçilmez birçok eser yanıp kül olur. Selahaddin Eyyubi’nin mescide hediye ettiği 800 yıllık minber de bunların arasındadır.

Kundaklamadan yaklaşık 36 saat sonra bir şüpheli yakalanır. Bu şüpheli Dennis Michael Rohan adlı Avusturalyalı bir Hristiyandır. Tanrı’nın Kilisesi (Church of God) tarikatına mensup Rohan, yaptıklarını itiraf ederken, Tanrı’dan emir aldığını ve yangını Mesih’in gelişini hızlandırmak için çıkardığını itiraf eder. Rohan, olaydan iki hafta önce de benzer bir kundaklama girişiminde bulunduğunu, ancak başarılı olamadığını da söyler. Bir süre gözetim altında tutulan kundakçı Rohan, aklî dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle salıverilerek ülkesine gönderilir.

Olay, aslında tam bir Siyonist organizasyonuydu. Meğer kundakçı Rohan, uzun süredir dümenden İslâm’a girmiş biri gibi mescide girip çıkıyor, namaz kılıyor, gizlice getirdiği yanıcı maddeleri mescidin kuytu bucak yerlerine saklıyordu. Olay günü, cemaatin en az olduğu sabah vaktinde, Kudüs’ün fethinin sembolü olan minberi ateşe vererek ortalıktan sıvışır. Aynı gün mescid civarının suları kesik, itfaiye araçlarının geçebileceği yollar ise kapalıydı. Bütün bunlar tıkır tıkır işleyen kundaklama planının bir parçasıydı aslında.

Sabotajın ardından işgal hükümeti, Müslümanlardan çok ciddi tepki gelmesini korku içinde bekliyordu. Fakat bir dizi resmî ağızlı kınama dışında endişeleri haklılık kazanmadı. Oysa, Müslümanların büyük bir hışımla kendilerinden öç alacaklarını, bu amaçla dört bir koldan üzerlerine atılacakları ön görülüyordu. Dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir’in şu sözleri o yersiz korkuyu özetlemeye yetecekti:

O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail'e girecekler. Fakat sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki dilediğimizi yapabiliriz, çünkü Müslümanlar uyuyan bir topluluk.

İslâm’ın ilk mabedine yapılan çirkin saldırı Müslümanlarda, Siyonistlerin beklediği tepkiyi uyandıramamıştı belki ama hayırlı bir girişime kapı aralayacaktı. O güne değin ortak bir şuurla hareket etmeyi bir türlü beceremeyen İslâm ülkeleri, bu kez bir araya gelmeyi başaracak ve yangından tam bir ay sonra, 25 Eylül 1969’da İslâm İşbirliği Teşkilatı’nı kuracaklardı.

***

Mescid-i Aksâ’nın organize bir terör eyleminin eseri olarak kundaklanmasına Türkiye’deki edebiyat cephesinden yükselen ilk gür sedâ, Monna Rosa şairi Sezai Karakoç’undur. Olayın hemen ardından Kudüs'teki Siyonist zulme dikkat çektiği Ey Yahudi şiiri, 1969’da Diriliş Dergisi’nin ilk sayısında yayımlanır.........

© Haber Vakti