Suriye'nin doğusunda büyük hesaplaşma

Suriye… İslam ve Arap dünyasının en önemli dinî, ilmî, kültürel, siyasî ve entelektüel merkezlerinden biri olan bu coğrafyanın bugününü ve yarınını doğru okumak için, onun geçirdiği tarihsel süreçleri ve yaşadığı büyük kırılmaları mutlaka anlamak gerekir.

Suriye, aslında Ortadoğu’nun turnusol kâğıdı gibidir.

Suriye’nin yakın ve uzak geçmişini öğrendiğiniz anda, Ortadoğu’nun derin yapısını kavramaya başlar; bölgenin genelinde yaşanan güncel gelişmeleri daha makul, daha bütüncül bir perspektiften değerlendirebilirsiniz.

Çünkü Suriye’nin dengelerini anlamak, esasında bölgenin dengelerini anlamaktır.

Suriye'nin bugün en kırılgan, en hassas dengeleri doğu bölgesinde SDG, güneyinde ayrılıkçı Dürzi unsurlar, sahil bölgesinde devrik rejim artığı Nusayri çeteler gibi gözükse de bütün bu kırılgan hat doğrudan ve dolaylı olarak İsrail cephesi ile ilintili ve ilgilidir...

İsrail cephesinde bir çatışmasızlık zemini inşa etmeden de bu kırılgan hatların stabil hale gelmesi çok mümkün gözükmüyor.

Bugünü doğru okuyabilmek ve yarını sağlıklı biçimde şekillendirebilmek için, Suriye sahasında en kırılgan hatlardan biri olarak öne çıkan SDG cephesini doğru anlamak; bunun için de biraz geriye, sürecin başlangıcına dönmek gerekir.

DAEŞ- SDG düzleminde gizlenen strateji:

İslam’ı terörize etmek, demografik yapıyı dönüştürmek ve bölgeyi “Büyük İsrail" hedefine hazırlamak..

Bu ifadeler bazıları tarafından ütopik komplo teorileri olarak görülebilir; ancak hakikati gören ve idrak edenler için durum güneş gibi apaçıktır.

2011 yılında Beşşar Esed yönetiminden ıslah ve reform talep eden barışçıl gösterilere sahne olan Suriye, Baas rejiminin halkın bu taleplerine silah ve tanklarla karşılık vermesiyle birlikte kısa sürede silahlı mücadelenin hâkim olduğu bir sürece sürüklendi.

Suriye halkı; canını, namusunu ve geleceğini korumak için zalim Esed rejimine karşı cihad ilan etti.

Suriye’de rejime karşı bir halk ayaklanması olarak başlayan savaş, zamanla Esed/Baas rejimi ile onu devirmeyi hedefleyen devrimci güçler arasındaki bir iç çatışma olmanın ötesine geçerek; küresel aktörlerin uzun vadeli projelerini sahada sınadığı çok katmanlı bir güç mücadelesine, jeopolitik tasarımların test edildiği bir savaş laboratuvarına dönüştü

Bu laboratuvarda öne çıkan en dikkat çekici iki araç ise DAEŞ ile PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG–SDG oldu. İlk bakışta birbiriyle çatışan yapılar gibi sunulan bu iki unsur, sahadaki gerçek güç dengelerinin doğal aktörleri değil; aksine aynı stratejik tasarımın farklı safhalarını temsil eden, kontrollü ve işlevsel aparatlar olarak konumlandı.

Bu stratejinin iki temel amacı vardı:

I. İslam’ın en temel kavramlarını “terör” ile özdeşleştirerek İslam'ı terörize etmek ve küresel İslamofobi hattını beslemek.

II. Suriye’nin doğusunu demografik olarak dönüştürüp, uzun vadede Büyük İsrail’in kuzey sınırlarınının zeminini oluşturacak bir “PKK Devleti” kurmak

DAEŞ’e yüklenen misyon

DAEŞ’in İslam’ı terörize etme projesindeki temel rolü; İslam’ın köklü kavramlarını terörizmle ilişkilendirerek içini boşaltmak, maksadından koparmak ve onları şeytanîleştirmekti.

DAEŞ, Suriye sahasında ortaya çıktığı ilk andan itibaren saldırılarını Baas/Esed rejimine karşı mücadele eden direniş hareketlerine ve Müslüman halklara yöneltti.

Bu saldırıların askeri sonucundan çok daha kritik bir hedefi vardı:
İslam’ın en temel kavramlarını dünya kamuoyuna “dehşet” olarak pazarlamak.

Cihadı terörizme,
Şehadeti intihar........

© Haber Vakti