Trump lider midir?

Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş… Siyâsî hayatımızın en uzun soluklu şahsiyetleri. Beğenelim ya da beğenmeyelim, liderliklerini tartışamayız. Hattâ Türk toplumundaki siyâsî karşılığı maksimum %1’in üzerine çıkamayacak olan Perinçek için de rahatlıkla aynı şey söylenebilir.

Evet, birbirine zıt birçok özelliğe sahip bu şahısların ortak paydası lider olmaları… Peki, o hâlde bu şahısları lider konumuna yükselten müşterekleri nedir? En zor şartlarda hattâ gözden düşürülmüş, bir köşeye atılmış, menkûb vaziyetteyken bile mücâdele yolundaki azîm ve irâdelerini kaybetmemiş olmaları. Büyük altüst oluşlar yaşadıktan sonra dahi sanki hiçbir şey olmamış gibi düştükleri yerden kalkarak aynı kararlılıkla yollarına devam etmeleri. Heves ve heyecânlarını bir an bile olsun kaybetmeden. 1987 senesinde yasaklı döneminin bitmesinden sonra katıldığı ve genel başkan seçildiği DYP Kongresi’nde, Süleyman Demirel’in kürsüye çıkar çıkmaz söylediği şu ilk söz, bu psikolojiyi çok iyi anlatıyor: Nerde kalmıştık?

Lider olmak sanıldığından daha zor. Herkes vazgeçebilir ama liderin öyle bir lüksü yok. Lider en zor şartlarda bile vazgeçmeyen adam olmak zorunda. Tabiî bunun için de çelikten bir irâdeye sahip olması gerekiyor. Zîrâ o olmadan hiçbir şey başarılamaz.

Bu adamlar uzun süren siyâsî hayatları boyunca çok düştüler ama düştükleri yerden de her seferinde hiç yüksünmeden kalkmasını bildiler. Uğradıkları kötü muâmeleleri unutmasalar da hiçbir zaman “Lânet olsun!” deyip siyâset defterini kapatmayı düşünmediler. Siyâsetin her türlü çile ve stresine katlanmayı göze aldılar. Ta ki zaman onları ıskartaya çıkartana dek…

Geçen asır bir liderler yüzyılı oldu. Târihte en çok lider, bu yüzyılda yetişti. Bunun en önemli sebebi de geçen asırda dünyanın hâtırı sayılır kısmının demokrasi idâresine geçmiş olmasıdır. Seçim ve aparatı olan unsurlardan oluşan demokrasi, bir siyâset adamının liderliğini, diğer sistemlere göre daha net çizgilerle test edebilen bir rejimdir.

Devlet adamlığı, siyâset adamlığı ve liderlik. Birbiriyle irtibâtlı fakat yüzde yüz birbirinin muâdili olmayan kavramlar. Hem devlet adamı, hem siyâset adamı ve hem de lider olmak zor. Her üç vasfı da şahsında toplamış kişi sayısı çok az. Belki Fransızların müteveffâ cumhurbaşkanı Charles De Gaulle için bu söylenebilir.

Dört yıllık performansını ve mücâdeleci kişiliğini göz önüne aldığımızda Trump’ı rahatlıkla siyâset adamlığı kategorisine yerleştirebiliriz. Evet, iş hayatının içinden gelen Trump, mücâdeleci bir kişiliğe sahip. Bence bu, O’nun en önemli özelliği… Diğer ikisinin üstünde olan devlet adamlığı ise kendisine ne kadar yakışır, bilemem. Evrensel kriterlerin yanında ayrıca her toplumun bu konuda kendine özgü standartları olduğunu düşünüyorum.

Gelelim liderliğine… Yaklaşık yarım asırdan bu yana hiçbir Amerikan başkanı kendi adıyla anılan bir halk hareketinin simgesi olmadı. Trumpizm gibi bir sosyal cereyana adını verecek kadar dominant bir kişilik sergilemedi. Trump’ı, Kennedy’den sonra gelen başkanlardan ayıran en önemli özelliği bu. Fakat buna rağmen, kendisinin liderliği henüz tescillenmemiştir. Bundan sonra sergileyeceği tutum, göstereceği performans, liderliğinin önündeki engelleri kaldıracaktır. O yüzden de kendisi için liderliğinin test edileceği bir süreç başlıyor.

Amerikan sistemi lider çıkaramıyor. O şekilde formatlanmış. Son yarım asırda başkanlık koltuğuna oturan şahısların hiçbiri lider değil. Ford, Carter, Reagan, Bush, Clinton, Obama… Ne de koltuğun şu anki sahibi Biden. Bir siyâsî harekete uzun yıllar yön veren şahıslar bu yapı içerisinde yoklar. Birilerinin arzusuyla koltuğa oturan şahıs, yine birilerinin arzusuyla koltuğunu terk ediyor. Onlar âdeta süper yetkilere sahip en tepe noktada oturan seçtirilmiş mutemetler. Ama kesinlikle hiçbiri lider değil. Bir mutabakat ile koltuğa oturmuş, arkalarında gerçek bir halk desteği olmayan şahısların siyâseten güçlü olup halka hizmet etmelerine de imkân yok. İster........

© Haber Vakti