Bir tas sıcak çorbanın iftar saatini ısıttığı, peşinden bulut bulut kabaran göklerin içimi yansıttığı saatlerden içtima aldım. Efkârın soğuk nefesiyle olduğum yerde kala kaldım. Teknolojik kuşatmanın cendereye döndürdüğü hayata meydan okuma hissiyle, nesli tükenmiş emektar radyoya gitti elim. Cızırtılı hoparlörü bir türkünün elinden tutup oturdu baş ucuma:
"Üryan geldim gene üryan giderim,
Ölmemeğe elde fermanım mı var?
Azrail gelmiş de can talep eder,
Benim can vermeğe dermanım mı var?"
Gecenin sahura yürüyen sessizliğini usulca bölüştük. Bağlamanın yalansız sızlanışlarında, yitirilmiş ne varsa, sılasına dönen yiğit misali çıkını elinde dikildi karşıma. Ayartının bezirgânları girmeye azmetse de gönül çarşıma... Fırsat vermeyen turnalar taht kurdu, hilali bağrına basan hakikat arşıma!
"Dirilirler dirilirler gelirler,
Huzur-ı mahşerde divan........