Divan-ı Zerzevat |
Vaktiyle bir bağçevan var imiş. Enva-i çeşit sebzeyi, nadide gülleri, sümbülleri, utangaç menekşeleri… Kasımpatıları, kararsız ortancaları… Bin bir emekle yetiştirir, didinip dururmuş… Bahçenin güzelliğine bülbüller, serçeler, kumrular, güvercinler eşlik eder; kenarda köşede her bahar uyanan meyve ağaçlarının dallarında aşk ile öterlermiş. Bahar ile yazın şenlendirdiği bahçede güzün de bereketi eksik olmazmış. Kış adı kadar ürkütücü değilmiş. Dokuz koca ayın yorgunluğu için ilahi bir fasıla kıymetindeymiş.
Bağçevan, her bir nebata çocuğu gibi bakar, hallerini hatırını sorar, şefkat ve muhabbetini eksik etmezmiş. Gâh elinde çapa, köklerini ferahlatır, toprakla nebatın arasını hoş eder; gâh yağmursuz günlerde, ikram edilen suya saka misali vesile olur, bahçenin sakinleri de şükürle nûş edermiş… Güneşin ve rüzgârın sarıp sarmaladığı günler, dalları şenlendirir, çiçekten meyveye uzanan bir şiir gibi çınlarmış. Gel zaman git zaman bu güzel seyir deveran etmiş.
Bir gün… Yaşlı dut ağacının dallarında serenat yapan bülbüllerin can havliyle kanat vurmasıyla bütün bahçe sakinleri irkilmiş… Yedi sekiz bet yüzlü karga dut ağacının gürbüz dallarında, yürek burkan sesleriyle bahçeyi velveleye vermeye başlamış. Sükûnet ve nizamın kadim yurdu olan bahçe, bu bozguncu manzara karşısında afallamış şüphesiz… Tedhişin siyahlığından tüylerini kabartarak bağrışan kargalar için nizam, sükûn ve nefâset hiçbir mana ifade etmemekle kalmayıp; mefhûm-ı muhâlifi usul ve yol edinmek, bu yol gereği de her hal ve şartta bozgunculuğun icracısı olmak hakikat imiş. Kargaların avdetiyle bahçede fıtrat sınırlarını zorlayacak bir........