'İnsan hakları' ve 'Demokrasi' günü

10 Aralık, BM’de 1948’de kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin kabulünün yıldönümüdür ve dünyada “Dünya İnsan Hakları Günü” (Human Rights Day) olarak kutlanır. Türkiye’de ise 1985’ten itibaren Özal’ın başbakanlığı döneminde bugün, TBMM’de özel bir oturumla anılmaya başlandı. Bugünün 2010’dan itibaren resmi adı, TBMM de 15 Aralık 2010’da oy birliği ile “10 Aralık Dünya İnsan Hakları ve Demokrasi Günü” ya da kısaca “İnsan Hakları ve Demokrasi Günü” olarak değiştirildi. TBMM’nin 99 sayılı kararında bu gün, insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olarak tanımlanır.

Türkiye, bu beyannameyi 6 Nisan 1949’da onaylayan ilk ülkelerden biri oldu. Türkiye’de Demokrasi her işin tuzu biberi olduğu için darbeciler bile Demokrasiden söz eder. Bu sebeble, sadece “İnsan Hakları Günü” demek kesmiyor, Demokrasi’ye de atıf yapılıyor.

Ankara’nın “İnsan Hakları”na “Demokrasi”yi ekleme ihtiyacı, devletin, “İnsan hakları demokrasi olmadan gerçekleşmez” mesajını vermek istemesinden kaynaklanıyormuş. TBMM’nin 2010’daki düzenlemesinden sonra resmi duyurularda hep “10 Aralık Dünya İnsan Hakları ve Demokrasi Günü” ifadesi kullanılmaya başlandı. Hâlâ da öyle kullanılır. Demokrasi her işe yarar. İyi bir maskedir, çaya çorbaya her şeye katılabilir. Baş, diş, nezle, grip her şeye iyi gelir. Onun için, hani CHP’liler, Laiklik olmadan, Cumhuriyet, Cumhuriyet olmadan Demokrasi olmaz” söylemi gibi, bizimkiler de İnsan Hakları söylemini, bir de Demokrasi ile taçlandırıyorlar. Ama öte yandan bu ülkede insanlar ne İnsan ne Hak ne Laiklik ne Şeriat ne Cumhuriyet ve ne de Demokrasi’yi bilir. Bilmediğini de bilmez, bildiğini zannettiği şey de genelde yanlıştır. Sevenler için de sövenler içinde durum 3 aşağı 5 yukarı durum bu!

Bu arada batı’ da “Hak” ve “Hakikat” kavramı yok. “Right” beşerî anlamda sağ duyuyu, gerçeği, doğru olanı ifade eder. “İnsan Hakları” yerine, İnsani sağduyuyu ifade eder. İslam’da ise, “Hak” Allah’ın adıdır ve bizden Onun rızasına göre davranmamızı ister. Hakikat ise Hakk’a ait ölçüyü ifade eder. Batıda Hakikat kavramı yok, daha çok ilmi gerçekliği ifade eder. Mesela İslam’da Beşer’e, yaratılmış herhangi bir şeye ihsan edilen “Hak” “atıfet-i ilahiye”den kabul edilir ve Vehbi’dir. Dolayısı ile bu Hakkın ikamesi, muhafazası, tecavüzün def’i ve tecavüzcü ‘nün cezalandırılması, İlahi rıza çerçevesinde, “Def-i mazarrat” olarak Müslümanlara vacip olur. Hem de haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olmamız emredilir ve bu sorumluluk evrensel ölçeklerde, karşılığını yalnız Allah’tan bekliyor olarak Müslümanlara ait olacaktır.

Hakikat bütün zamanlarda, bütün mekanlarda geçerli, Allah’ın rızasına dayalı ölçüyü ifade ederken, Gerçek, belli bir zamanda, belli bir mekânda, belli bir kişinin, belli bir olay ya da nesne karşısındaki algısını ifade eder. Gerçek rölatiftir, Hakikat ise mutlaktır. İslam’da Hakikat bir bütündür, İnsan Hakkı, Kadın Hakkı, Çocuk Hakkı, İşçi Hakkı, Kaynananın hakkı, “Hakkı’nın hakkı” diye parçalanmaz. Hakikat ve Hak nerede tecelli ederse, Müslümanlar orada Hak ve Haklı, Hakikatten yana tarafta bir duruş sergileyeceklerdir. Zalim Müslüman babası, mazlum, inkârcı düşmanı da olsa. Bir kavme olan düşmanlığı bile onu adaletten, Hak mücadelesinden vazgeçmeyecektir. İlahi emir bu yöndedir. Mesela Hak “Vehbi” iken, Özgürlükler “Kesbi”dir. Yani kişinin çalışmasına ya da bedel ödemesine bağlıdır. İslam da “temel haklar” ise “Mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyeti” olarak tanımlanmıştır. Mesela Mal emniyetinin içinde emeğinin karşılığını ve zamanında ve hak ettiği ölçüde alması şartı da vardır. Can emniyeti içinde işkence görmeme, sağlıklı bir hayat için havaic-i asliye’nin devlet toplum tarafından karşılanması gerekir.

Batılılar, asırlarca dünyayı sömürdüler. Kızılderilileri öldürdüler, kara derilileri köleleştirdiler, sarı ırkı sömürgeleştirdiler. Bunlar yetmedi, ardından 2 dünya savaşı çıkarttılar, bir de soğuk savaş, sonra da 1948’de bunun üzerine bir insan hakları şalı örttüler. Papanın derebeyleri ile sömürü mallarını paylaşma anlaşmasını ulus devletlerin varlık şartına dönüştürdüler. İnsan Hakları belgesi diye sundukları Magna Carta Kıral ile derebeyleri arasında vergilerin paylaşım anlaşması idi aslında. Zaten bu anlaşmadan hemen sonra soğuk savaşı başlattılar, Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde “Rayından çıkan demokrasiyi rayına oturtmak için” (!?) darbeler yaptılar.

Batılılar hiç “hılful fudul”dan, “Medine sözleşmesi”nden, Hz. Ömer’in “Kudüs beyannamesi”nden söz ediyorlar mı? Bizim asırlardır devam eden “Ah-i Evren” törenlerimiz var, evrensel kardeşlik için, bundan söz eden var mı? Ya da bizim çocuklarınıza........

© Haber Vakti