Beyin Çürümesi: Son Şanslı Neslin Sessiz Çığlığı |
Öyle bir zamana denk geldik ki, bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar vermek her geçen yıl daha da zorlaşıyor. Birkaç yıl önce yazdığım bir yazıda, 40 yaş ve üzerinin “yaşayan son şanslı nesil” olduğunu söylemiştim. Bunu subjektif bir tespit olarak yazmış olsam da bugün objektif bir hakikat olarak karşımda duruyor. Çünkü bu kuşak, geçmişle geleceğin tam ortasına sıkışmış bir köprüydü: Köprünün bir ucunda iletişim çağı; diğer ucunda geçmişin bizzat yaşanmışlığı…
Bugünün 40 yaş ve üstü, şehirde büyümüş olanı bile bir yaz tatilinde kağnıyı, kızağı, öküzü, atı görerek büyüdü. Kırsalındakiler bunları tüm ağırlığıyla yaşadı: sabanın izini, harmanın tozunu, semerin kokusunu, tırpanın keskinliğini… Şehirdekiler jetonlu telefonla konuştu; jeton çabuk düşmesin diye misina düzenekleri kurdu. Sonra kablolu telefon, faks, ilk cep telefonları… İnternetle tanıştı, Google’ın ne işe yaradığını gördü ve bugün yapay zekânın envai çeşit programını ustalıkla kullanıyor.
Peki ya bugünün gençliği? Hatta 40 yaş altı? Bizim yaşadıklarımızı yaşadılar mı? Hayır.
Geçtiğimiz ay ara sınavları yaparken küçük bir sosyal deney yaptım. Yaklaşık 300 öğrenciye dört tür soru içeren bir sınav hazırladım: açık uçlu, boşluk doldurma, doğru–yanlış ve çoktan seçmeli. Dışarıdan bakınca 20 soruluk bir sınavdı; ama aslında sadece 5 soruydu. Her bir sorunun cevabı, sınav........