Gözlerimi kapattır kapatmaz aynı resim beliriveriyorum beynimin odacıklarından fırlarcasına içinde bir hüzün biraz sevinç ve birazda her ikisinin karışımı tarifi mümkün olmayan bir duygu akıntısı derelerinin doğduğu belli çağlayacak yeri olmayan eski bir şelale birikintisi gibi. Taş bloklar bir bir belirmekte renkleri koyu sarımsı morlu güneş ışıklarının tamda cama yansıttığı gibi rengin portakal renkli alabildiğine turuncu alabildiğine sarı. Artık sis perdeleri netleşmeye başladı gecenin üzerini örten yorgan misali aralandıkça hayatıma ışıklar girmeye başladı. Çocuk seslerine kuş sesleri karışınca ortaya çıkan ahengi benim diyen orkestra şefinin bile yakalamayacağı aşikâr. Dar taşlı sokaklardan yavaş yavaş ilerleyen bacaklarım (kabullenmeliydim onlarda hayata karşı artık tutunamayacak kadar güçsüzleşti ) bir anda zınk diye boyumun neredeyse iki katı olan tahta bir kapı önünde duru verdi tıpkı sahibini ormanda bırakmışta evin yolunu bilen bir at misali kapı öyle bir heybetli idi bir an çocukların masalları ülkesinden bildiğin esrarengiz birtakım sırların saklandığı bir oda kapısı gibi idi. Ağlamamak için zor durdum kapıyı ellediğimde boğazıma düğümlenen tarifi olmayan şeyi anlamaya çalışırken hay aksilik bir de gözlerim dolmaz mı ağlamak değil belki geçmişi silmek için akıtılan içimdeki doludizgin nehrin kabarması idi bu burnumu da sızlaması çabası.
Geniş bir avludayım tüm Mezopotamya yı kucakladığı gibi bana da kollarını sarmalamak için değil adeta hükmüne........