BENİMLE YOLCULUĞA SABREDEMEZSİN
“Bir insanı tanımanın en kestirme yolu onunla yolculuk etmektir.” Bu sözün kastettiği, elbette şimdiki bir saatlik uçak yolculukları değil. Söz, asıl anlamını, eski zamanların günlerce, haftalarca süren zorlu yolculuklarında bulur.
Yolda açlık, susuzluk, belirsizlik ve yorgunlukla birlikte insanın gerçek yüzü ortaya çıkar; sabrı, öfkesi, sevgisi ya da bencilliği görünür hâle gelirdi. Bu yüzden “yol arkadaşı” demek, aslında karakteri tanımanın en sade ve en kesin yoluydu.
Bu yazıda ele alacağımız Hz. Musa ile Hızır’ın yol arkadaşlığı ise işi bambaşka bir boyuta taşıyor. Çünkü ikisi arasında yaşananlar, herhangi sıradan iki insan arasında yaşanması mümkün olmayan, olağanüstü olaylardır.
Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresi’nin 60–82. ayetleri arasında yer alan bu kıssa, iki bilge insanın, ama aynı zamanda iki farklı bilme biçiminin karşılaşmasını anlatır. Hz. Musa, kendisine “Hızır”ın farklı bir ilme sahip olduğu bildirildiğinde onu bulmak üzere yola çıkar. Yanında genç yardımcısı Yuşa (Yeşu) vardır. Uzun bir arayıştan sonra, “iki denizin birleştiği yerde” Hızır’ı bulur ve ondan ilim öğrenmek ister.
İstanbul’da meşhur Yuşa tepesi vardır. Halk arasında, yaşanan bu olaya atfen tepeye bu isim verilmiştir lakin buradaki “iki denizin birleştiği yer”, yalnızca coğrafi bir nokta değil, aynı zamanda akıl ve kalbin, mantık ve sezginin, görünen ve görünmeyenin buluştuğu sembolik bir mekândır.
Felsefede bilme biçimleri üçtür: aklî bilgi mantıkla, deneysel bilgi tecrübeyle, kalbî ya da sezgisel bilgi ise içsel farkındalıkla elde edilir. Kıssadaki Musa, klasik felsefede aklî bilgiyi temsil eder; mantık ve deneyim yoluyla doğruyu arar, her şeyin nedenini sorgular. Hızır ise kalbî bilginin sembolüdür –ki buna ilm-i ledün de denir- ; aklın sınırlarını ve her şeyin akılla kavranamayacağını hatırlatır.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Joshua Schultheis
Rachel Marsden