Amerika ile İran arasındaki derinleşen kriz gözleri tekrar Ortadoğu’ya çevirdi.

Güneybatı Asya’nın, özellikle zengin toprak ve su kaynaklarına sahip Mezopotamya ve Doğu Akdeniz havzaları ilkçağlardan itibaren nüfusun yoğunlaştığı merkezlerden biri olmuştur.

Tarihin en köklü medeniyetlerinin birçoğuna ev sahipliği yapmasının yanında bu bölge, yerkürenin jeopolitik açıdan en önemli alanlarından biri olma özelliğine sahiptir.

Asya kıtasının güneybatısını teşkil eden bu bölgeye; Ortadoğu, Yakın Doğu, Ön Asya ve Güneybatı Asya gibi isimlerin verildiği farklı görüşler vardır.

Bu görüşlerin farklı olmasının temel sebebi ise ‘’çeşitli sosyal bilim dallarında uzmanlaşma farkının etkileridir.

Bu farklı uzmanlaşma alanları kendilerine özgü şekillerde bölgeyi birbirlerinden farklı şekilde tanımlamaktadır.

Örneğin Coğrafyacılar coğrafi görüş açısı ile bakmakta bölgesel coğrafya yönünden değerlendirmekte ve Asya kıtasının bütününü temel alarak Ortadoğu’yu Güneybatı Asya olarak tanımlamayı uygun bulmaktadırlar’’.

Ortadoğu kavramı ise Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 20. yüzyılın başlarında kullanmaya başladıkları bir kavramdır.

Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Ortadoğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir.

Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu kavramı kültürel veya coğrafi bir tanımdan ziyade siyasi içerikli bir kavramdır.Ortadoğu hiç şüphesiz dünya üzerinde çok özel bir öneme sahiptir.

Ortadoğu’nun stratejik önemini iyi analiz etmek, bölgenin nasıl böyle bir evrensel ruha kavuştuğunu açıklar. Bölgenin bu şeklide önem kazanmasında üç unsur öne çıkmaktadır, bunlar; coğrafi konum, dinler ve zengin yeraltı kaynaklarıdır.

Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bu kıtaların doğal geçiş yolları üzerinde yer alan Ortadoğu; Rusya ile sıcak denizleri, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan, aynı zamanda Avrupa ile Asya arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir.

Yeryüzünün en önemli kara ve su yollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin ilk hedefi haline getirmiştir.

Asya ve Avrupa’ya yönelik tüm projelerin merkezini oluşturan bu bölge jeostratejik konumu nedeni ile Avrupa devletlerini deniz komşuluğuyla, Hindistan, Çin ve Balkanları karasal yollardan, Anadolu, İran ve Arap yarımadasını tümüyle etkileme potansiyeline sahiptir.

Ortadoğu’nun coğrafi konumundan ileri gelen birçok medeniyete ev sahipliği yapmasının doğurduğu kültürel zenginlik ile tarihin birçok defa akışını değiştirmiştir. Tarihte insanların yaşamını etkileyen birçok gelişmenin, ilk olarak bu bölgede gerçekleştiği bilinmektedir.

Özetlediğimiz bütün bu faktörler geçmişten günümüze kadar hakimiyet alanını genişletmek, ekonomilerini geliştirmek ve daha birçok sebebten dolayı bölgesel ve daha çok küresel aktörlerin Ortadoğu siyaseti ile yakından ilgili olmalarına neden olmuştur.

Pek çok yabancı devletin çıkar temin etmeye çalıştığı bölgede, bu devletler bölge ülkelerinin yönetiminde söz sahibi olmak ve dolayısıyla Ortadoğu’nun jeopolitik öneminden yararlanmak için, hükümet darbelerinden, iç savaşlara kadar götüren etnik ve dini kışkırtmalara, bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkların savaşa dönüşmesine sebep olmaktan, doğrudan bu savaşlara dahil olmalarına kadar birçok yolu denemiş ve denemeye devam etmektedirler.

Bundan ötürü Dünya’da çıkan savaşların birçoğunun temel sebebi Ortadoğu ve Ortadoğu’nun paylaşımıdır denebilir.Öte yandan bölge siyaseti üzerinde belirleyici etkiye sahip yapısal faktörlerden birisi de tarihtir.

Tarihsel miras devletlerin ve milletlerin şekillenmesinde etkili olduğu gibi günümüzde hala devam eden bir takım yapısal sorunlara yol açabilmektedir.

Ortadoğu 19. yüzyılın sonlarına kadar büyük ölçüde Osmanlı hâkimiyetinde idi.

Yaklaşık 400 yıllık bir hakimiyetin ardından Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla bölgede yeni devletler kuruldu.

Bölgenin siyasi haritasının 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan gizli Sykes-Picot Anlaşması ile şekillendiği sık sık ifade edilir.

Fakat bölgenin siyasi haritası büyük ölçüde 1919 Paris ve 1920 San Remo konferanslarında belirlenmiştir.

Bununla beraber bölgede 1920’lerde bağımsız olan sadece dört devlet vardı; İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Yemen.

Diğer bütün ülkeler manda, himaye veya kolonileştirme suretiyle bir şekilde Avrupalı devletlerin denetimleri altına girmişlerdi.

Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ‘dekolonizasyon’ sürecinin sonunda Ortadoğu siyasi haritası bugünkü şeklini almıştır.

Bu dönemde yaşanan devlet inşası süreciyle siyasi rejimlerin tipleri ve yapıları belirlenmiştir.

İsrail ve Filistin dışında İngiliz hakimiyetindeki bölgelerde monarşiler kurulurken, Fransızların etkili olduğu Lübnan, Suriye, Tunus ve Cezayir’de cumhuriyet rejimleri kurulmuştur.

Devlet inşası süreci yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de bölgede temel siyasi ve güvenlik sorunlarını doğrudan etkilemektedir.

Devlet inşası sürecinde iktidarın merkezine yerleşen ve avantajlı konumda bulunan aşiret, mezhep, sosyal grup ile iktidardan uzak kalan kesimler arasındaki ilişkiler siyasetin başlıca kırılma noktalarını belirlemektedir.

Ayrıca devlet inşası sürecinde belirlenen sınırlar, bazı durumlarda yapısal sorunlara dönüşebilmektedir.

Sınırların büyük güçler tarafından ‘keyfi’ olarak belirlendiği Ortadoğu’da birçok ülkenin komşusuyla sınır sorunu bulunmaktadır…

Bu kriz daha çok su götürecektir…

Görüşmek Dileğiyle …

QOSHE - KRİZLER COĞRAFYASI VE ORTADOĞU - Av. Kemal Çelebi
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

KRİZLER COĞRAFYASI VE ORTADOĞU

4 0
19.01.2024

Amerika ile İran arasındaki derinleşen kriz gözleri tekrar Ortadoğu’ya çevirdi.

Güneybatı Asya’nın, özellikle zengin toprak ve su kaynaklarına sahip Mezopotamya ve Doğu Akdeniz havzaları ilkçağlardan itibaren nüfusun yoğunlaştığı merkezlerden biri olmuştur.

Tarihin en köklü medeniyetlerinin birçoğuna ev sahipliği yapmasının yanında bu bölge, yerkürenin jeopolitik açıdan en önemli alanlarından biri olma özelliğine sahiptir.

Asya kıtasının güneybatısını teşkil eden bu bölgeye; Ortadoğu, Yakın Doğu, Ön Asya ve Güneybatı Asya gibi isimlerin verildiği farklı görüşler vardır.

Bu görüşlerin farklı olmasının temel sebebi ise ‘’çeşitli sosyal bilim dallarında uzmanlaşma farkının etkileridir.

Bu farklı uzmanlaşma alanları kendilerine özgü şekillerde bölgeyi birbirlerinden farklı şekilde tanımlamaktadır.

Örneğin Coğrafyacılar coğrafi görüş açısı ile bakmakta bölgesel coğrafya yönünden değerlendirmekte ve Asya kıtasının bütününü temel alarak Ortadoğu’yu Güneybatı Asya olarak tanımlamayı uygun bulmaktadırlar’’.

Ortadoğu kavramı ise Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 20. yüzyılın başlarında kullanmaya başladıkları bir kavramdır.

Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Ortadoğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir.

Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu kavramı kültürel veya coğrafi bir tanımdan ziyade siyasi içerikli bir kavramdır.Ortadoğu hiç şüphesiz dünya üzerinde çok özel bir öneme sahiptir.

Ortadoğu’nun stratejik önemini iyi analiz etmek, bölgenin nasıl böyle bir evrensel ruha kavuştuğunu açıklar. Bölgenin bu şeklide önem kazanmasında üç unsur öne çıkmaktadır, bunlar; coğrafi konum, dinler ve zengin yeraltı kaynaklarıdır.

Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bu kıtaların doğal geçiş yolları üzerinde yer alan Ortadoğu; Rusya ile sıcak denizleri, Doğu........

© Günışığı Gazetesi


Get it on Google Play