menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yüzleşmelerle geçen hüzünlü bir yol hikâyesi…

11 0
30.11.2025

Taşıyıcı annelikten savaşın gölgesine, sınırların içinde kalmak ve çıkmak çelişkisinde, aidiyetten iyileşmeye uzanan katmanlı bir hikâyeyi anlatan ‘Erken Kış’ filmi sinemalarda. Yönetmeni Özcan Alper, oyuncuları Leyla Tanlar ve Timuçin Esen’in izleyiciyi insan ruhunun en kırılgan yerlerine götürdüğü çarpıcı bir yol filmi. Film, sadece iki karakterin değil, aynı zamanda ait olmanın ne demek olduğunu sorgulayan ve insana dair bütün duyguları hissettirerek herkesin içsel bir yolculuğuna dönüşüyor. ‘Erken Kış’ filmini Özcan Alper ve Antalya Altın Portakal’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan, oyunculuğuyla hayranlık uyandıran Leyla Tanlar ile konuştum. ( Röportajın görüntülü halini https://www.youtube.com/@mutluhayatperdesi izleyebilirsiniz)

Duygusal bir yolculuğa çıkartan coğrafyanın da başrolde olduğu, hüznün eşlik ettiği bir yol filmi ‘Erken Kış’ Bu filmin fikir aşaması nasıl başladı?

Özcan Alper: Filmlerin fikir süreci genellikle nereden geldiği ve nasıl oluştuğu hep biraz belirsizdir. Bazen okuduğumuz bir şiir, bazen bir kitap, bazen de gördüğümüz bir haber ilham kaynağı olabilir. Burada ilk fikir eşim Lusin’den geldi; böyle bir taşıyıcı annelik hikâyesini duyduğunda ortaya çıktı ve biraz şaşkınlık yarattı çünkü bu Türkiye’de çok yaygın bir konu değil, pek bilinen bir şey değil. Filmin fikri böyle başladı. Hikâyemizde karmaşık bir mesele var çünkü hikâyede iki taraf var: Anne olmaya çalışan bir kadın ve aile olmaya çalışan orta sınıf bir kesim. Ancak öte yandan, kendi hayalleri içinde bir kadının çabası var. Araştırdığımda, en nihayetinde sınıfsal bir boyut ortaya çıktı. Örneğin Gürcistan’da birçok kadın benzer durumlarla karşılaşıyor: Bazıları yurt dışında üniversite okumak istiyor, bazıları çocuğuna daha iyi bakabilmek için çabalıyor, bazıları ev sahibi olabilmek için uğraşıyor. Yani sınıfsal boyutu da olan, günümüzde pek konuşmadığımız meseleler var. Ama biz sinemacılar, sanatçılar, edebiyatçılar; bir gazeteci ya da sosyolog gibi meseleyi alıp yargılara varacak şekilde yaklaşmıyoruz. Bizim amacımız, sinemanın ve sanatın olanaklarıyla insanlara sorular sordurtmak ve onları filmdeki gibi bir yolculuğa çıkarmak. Filmin sonrasındaki sürprizler de bu şekilde gelişti. Ben, daha sonra kendimi gerçekten çok dar olanaklarla sınırladım; üç hafta gibi bir sürede, neredeyse tamamen bir arabada geçen sahneleri çektik. Geçmişe dönmeyelim, yani flashback kullanmayalım diye karar verdim. Sinema, yönetmenlik ve biçimsel açıdan kendimi zorlamak istedim. Bunun yanı sıra, coğrafya sizin de dediğiniz gibi bir karakter olarak filmin içinde yer aldı ve oyuncularla birlikte bu yol hikâyesi olarak gelişti.

“Lia annelikten vazgeçmek zorunda bırakılmış bir kadın”

Sizin için bu yol hikâyesi nasıldı ve Lia nasıl bir karakterdi? Buradaki durum; anne olmak zorunda kalan ama anne olma duygusunu ve anneliği seven, sonrasında da çelişkiler içinde kendini ve hayatını sorgulayan bir kadının yolculuğu…

Leyla Tanlar: Evet, Lia aslında annelikten vazgeçmek zorunda bırakılmış bir kadın. Gençliğine ve özgürlüğüne aldanıp her şeyin üstesinden gelebileceğine inanan, ama hayatı bir anda tepe taklak olan bir kızın bununla başa çıkma hikâyesini anlatıyor film. Hikâyede de, karakterde de aslında hep kademe kademe ilerliyor; ben de hep onu öyle anlatıyorum. Lia’nın hayatında bir düzlükte belli kademeleri var, kızın belli bir amaç uğruna stratejileri bulunuyor. Bir de sanki dördüncü boyuttaymış gibi, o stratejileri ne zaman gerçekten hissettiğini fark ediyor, ne zaman kendi hisleriyle ilgili bir şey yapıyor, ama ne zaman bunu oynuyor, kendi de mi böyle düşünüyor yoksa başka bir amaç için mi yapıyor? Bunlar hep keskin sınırları olmadan, çok iç içe geçmiş haldeydi. O yüzden onları belirlemek keyifliydi. Bu katmanlarda dozu arttırıyor, geri çekiyor, oynuyor, deniyorum; bunlar zevkli. Onları kurmak ve o kademeleri oluşturmaya vakit harcadım; karakteri böyle hazırladım.

Hikâyenin anlattığı mesele çok önemli bir konuya değiniyor. Bizim de çok iyi bilmediğimiz bir taşıyıcı anne mevzusu var; ama oradan yola çıkarak aslında katmanlı olarak geçmişi, ailesi, ona yazılan bir durum, hem de bir kader ve savaş hikâyesi var. Sizin için bu yolculuk katmanları nasıldı ve nasıl bir hikâyeydi? Lia’dan yola çıkarak ve kendiniz düşündüğünüzde nasıl bir filmdi?

Leyla Tanlar: Aslında annelikle ilgili hemen şu şeyi söyleyeyim: Lia aslında donörü de, yani hem taşıyıcı annesi hem de donörü. Normalde bu ikisini Gürcistan’da da Kıbrıs’ta da yapmak yasak. İkisi de aynı kişi olamıyor; bu bir suç. Şöyle düşünün: bir taşıyıcı anne, bir bebeği doğurduktan sonra o bebeği kucağına bile vermiyorlar; aralarında bir bağ oluşmasın diye. Oysa Lia, onun gerçekten annesi ve kendi yumurtası; altı ay boyunca süt verdi. O yüzden biz aslında bu noktada anneliği, çaresizlik ve çaresizliğin insanı ne kadar zorlayabileceği üzerinden konumlandırdık. Yolculuk da şöyleydi: Hem gittiğimiz yollar, hem bulunduğumuz coğrafyanın hikâyesi sizi besliyor. Hem de bir yolun içinde olmak… Çünkü neredeyse kronolojik çektik; yani ilk sahne gerçekten ilk........

© Gazete Pencere