menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Asgari ücrete bak, rejimi anla

13 0
21.12.2025

Türkiye’de her yıl tekrarlanan asgari ücret tartışmasını sadece “geçim derdi” ya da “bütçe meselesi” olarak görmek büyük bir yanılgı. Rakamın kendisi önemli elbette; ama asıl kritik olan, o rakamın etrafında kurulan emek rejimi ve bu rejimi mümkün kılan siyasal düzen. Asgari ücret, bu ülkede nasıl bir rejim altında yaşadığımızı anlamak için en doğrudan merceklerden biri.

Bize hep şöyle anlatılıyor: “Kaynaklar sınırlı, bütçe kısıtlı, işverenin taşıyabileceği yük var, rekabet gücünü korumamız lazım.” Sanki asgari ücretin açlık sınırının altında olması, siyasetin kontrol edemediği iktisadi zorunlulukların mecburi sonucuymuş gibi. Oysa tabloyu biraz yakından izleyince, emek rejimine dair tüm politikalar gibi asgari ücretin de zaruri koşulların gereği değil, bilinçli bir siyasal tercih olduğunu görüyoruz.

Asgari ücret istisna değil, emek rejiminin normu

Teorik olarak asgari ücret, işgücü piyasasının en alt basamağında, sınırlı bir kesimi ilgilendiren bir taban ücret olmalı. Türkiye’de ise neredeyse tersine dönmüş bir piramit var. Çeşitli emek araştırmaları, ülkede çalışanların çok büyük bir bölümünün asgari ücret ve civarında yoğunlaştığını gösteriyor; asgari ücret fiilen ortalama ücrete dönüşmüş durumda.

Bu şu anlama geliyor: Ücret yapısı, en alttan yukarı doğru sıkıştırılmış; asgari ücret yukarı çıkmadığı sürece, toplumun büyük çoğunluğu aynı dar bantta yaşamaya mahkûm. Bu da klasik bir “düşük ücret–yüksek kırılganlık” rejimi. Yani bir yandan sermaye için geniş, ucuz ve esnek bir işgücü havuzu; diğer yandan ay sonunu getirmek için borca, aile desteğine, yardıma mecbur kalmış haneler.

Bunu ekonomik krizin kaçınılmaz sonucu olarak okumak son derece yanlış. Çünkü kriz, burada sadece bir arka plan. Asıl belirleyici olan, emeği ucuz ve itaatkâr tutmaya dayalı bir birikim modeli.

Otoriter neoliberalizmin iç mantığı

Türkiye’nin son yıllardaki gidişatını, yalnızca otoriterleşme ya da yalnızca neoliberal politikalar üzerinden ayrı ayrı anlatmak yetmiyor. Karşımızda, bu ikisini birbirine eklemleyen bir yapı var: Otoriter neoliberal bir rejim.

Neoliberalizm, kabaca, emeğin pazarlık gücünü zayıflatan; sendikalaşmayı, toplu sözleşmeyi, sosyal devleti tasfiye eden bir siyasal hat ortaya koyuyor. Otoriterlik ise, tam da bu politikaların yaratacağı toplumsal tepkiyi yönetmenin aracı olarak........

© Gazete Pencere