menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kim bu kadın?

29 0
07.09.2025

19. yüzyılda kimliği belirlenemeyen cesetlere “Jane/John Doe” adı verilmeye henüz başlanmamış olsa gerek, bugünkü yazıya konu olan ve Seine Nehri’nde boğularak ölen genç kadın genellikle “L'Inconnue de la Seine” (Seine Nehri’nin Bilinmeyeni) olarak adlandırılmış, kimileri ona “La Joconde du suicide” (İntiharın Mona Lisa’sı) diyor, kimileri ise “Seine’in Ophelia’sı” Bir özelliği daha var, dünyanın en çok “öpülen” yüzü de ona ait.

Yazı boyunca ben de ona “Bilinmeyen” diyeceğim.

Her ne kadar onun hala kim olduğunu ve neden öldüğünü bilmiyor olsak da, (adli tıbbi olaylarda ölüm orjinini bulmak için sorulan “İntihar mı? Kaza mı? Cinayet mi?” soruları hiç bir zaman yanıtlanamamış olsa da) “Seine’in Bilinmeyeni”nin yüzü, Avrupa’da yüz yıl boyunca pek çok evin salonunu süslemiş, sanata, edebiyata ve popüler kültüre ilham kaynağı olmuş. Yüzünün gizemi; kim olduğu ve neden öldüğü hakkında pek çok efsane yaratmış.

Ne de olsa insanoğlu sonu olmayan öyküleri sevmez, zihni boşlukları tamamlamak ister.

Bir acayip eğlence: Paris’in ölüm tiyatroları

Paris Morgu; Île de la Cité'de, 1804’te inşa edilir, 1864’te ise “tamamen pratik nedenlerle” Seine Nehri kıyısına taşınır. Yeni bina daha büyük ve moderndir, en önemlisi Seine Nehri’nden ceset çıkarılması ve cesetlerin hızla morga alınması için mükemmel konumdadır. 2006’da Seine’in bulanık sularından 50 cesedin çıkarıldıldığı ve 146 kişinin kurtarıldığı; her yıl ortalama 90 kişinin nehre atlayarak intihar girişiminde bulunduğu ve 70’inin kurtarıldığı düşünüldüğünde, Paris Morgu için seçilen lokasyonun doğru olduğu görünüyor. İngiliz yönetmen Peter Greenaway de bu istatistikten etkilenmiş olsa gerek, 1991 yapımı “Death in the Seine” filminde 1795 -1801 yıllarında Seine’den 306 ceset çıkaran iki morg çalışanının notları üzerine bir anlatı kuruyor.

Makul bir nedenle Seine kıyısına inşa edilmeden önce, Paris Morgu’nun neredeyse 100 yıl boyunca bir ölüm tiyatrosuna sahne olacağını kim bilebilirdi?

O dönemde nehirden ve sokaklardan toplanan cesetlerin kimliklendirmesinin neredeyse olanaksız olması, yetkililerin tuhaf bir karar almasına neden oldu. Cesetler, cam bir vitrinin arkasında ve eğimli, siyah ve mermer tezgahlar üzerinde –tanınması ve sahiplenilmesi umuduyla – teşhir ediliyor, teşhir edilmeden önce ise soyulup inceleniyor ve donduruluyordu. 1882’den önce üzerlerine buzlu su damlatılan cesetler, sonrasında soğutma sistemlerinin gelişmesiyle uygun sıcaklıkta tutulabildi. Cesetlerin teşhiri üç gün sürüyor, sonrasında fotoğraflanıyor ve bazen yüzleri ve ellerinin balmumu veya alçı kalıpları alınıyordu.

Kısa süre içinde bu pratik, Parislilerin ve şehre ziyarete gelen turistlerin hastalıklı merakının merkezi oldu. Yüzyılın sonunda, her gün yaklaşık 40.000 kişi, bu acayip gösteriyi izlemeye geliyordu. Bu “cazibe merkezinin” ziyaretçileri arasında meraklı çocuklar, öğle tatilindeki işçiler ve yapacak daha iyi bir işi olmayan yaşlılar vardı.

Dönemin gazeteleri de yaptıkları sansasyonel haberlerle, merakı körüklüyorlardı. 1886'da, elinde gizemli bir morlukla ölü bulunan dört yaşındaki bir kızın haberinin yayınlanmasının ardından, Paris Morgu'nun önündeki kalabalık o kadar büyüdü ki, trafik durdu. Morgun kapıları, içeri girmek için itişip kakışan öfkeli kalabalık tarafından kuşatıldı. Dört yaşındaki kızın cesedi, “Rue du Vert-Bois'nın Çocuğu” olarak tanındı ve 150.000'den fazla kişinin bakışlarına maruz kaldı.

Morg artık hafta sonları ailece güzel zaman geçirilecek bir yer haline gelmişti. Ölüm ne kadar korkunç ise, morgun önündeki kuyruk o kadar uzuyordu. Morgda ceset olmadığı nadir zamanlarda, kalabalık yüksek sesle memnuniyetsizliğini dile getiriyordu.

İşte bu yazıda öyküsünün peşine düştüğümüz “Bilinmeyen” 1860 – 1870 yıllarında (tam tarih bilinmiyor) Paris Morgu’na getirilmiş, kimse onu tanımamıştı.

Her daim cazip: “Su, Kadın Ölüm”

“Bilinmeyen”in öyküsü tam da burada dallanıp budaklanıyor. Ama biz, en yaygın........

© Gazete Pencere