Kadınların geleceği

Tülin Tankut

“Neden savaş için milyonlar harcanıyor da sağlığa, sanata

ve yoksullara bir cent bile yok? Neden dünyanın başka yerlerinde

yiyecekler bolluktan çürüyorken buradaki insanlar yokluktan

Açlık çekiyorlar?” (Anne Frank ) *

Kadınların bugününü tartışmadan geleceği konusunda öngörüde bulunmak sağlıklı bir yaklaşım değildir; ‘olması gereken’, ‘olan’ın koşullarından yola çıkarak belirlenebilir. Gerçeklerle yüzleşmezsek aynı sorunları, daha da ağırlaşmış olarak yaşamaya zorlanırız. Aslında ‘kadınlar’ genellemesi de sorunludur. Ama kadınların kendi geleceklerini belirlemelerinde karşılarına dikilen engeller sınıf, ırk, dil, din, etnisite v.b. farklılıklarına karşın onları toplumsal cinsiyet ezilmişliği ortak paydasında birleştirir. Bu konuda yaygın bir örnek, kapitalist sistemin kurumlarının üst gelir grubundan kadınları, yaratıcılık alanı olarak giyim- kuşam ve modaya yönlendirmeleridir. Modaysa, imaj yaratıyor ama estetik yardımdan çok dayatma biçiminde sunuyor imajı müşteriye. Öte yandan tüketim ideolojisi kimlikleri siliyor; yine sözgelimi muhafazakâr ya da seküler kadın, modanın buyruklarına uymamazlık edemiyor. Artık ülkemizde de muhafazakârlar için her şeyin “helal” olanına erişim mümkün: Helal yiyecek- içecek, helal otel, İslami turizm, İslami pop, tesettürlü giyim v.d. Kadınlarda “hicap” yerinde ama aşırı makyaj, süs püs, göz alıcı görüntü, ama anti- kapitalist İslamcılığa uyuyor mu? Orta ve dar gelirli kesim için modanın daha düşük maliyetli taklitleri üretiliyor; çoğu ucuzluk kampanyalarında ve semt pazarlarında müşterileriyle buluşuyor.

Kozmetik de çeşitli yönleriyle sorunlu bir alan. Sağlığa zararlı olup olmadığı bir yana, popüler kültürün ayartılarına teslim olmamak kolay değil. Modanın her alanındaki tektipleşme; saç rengi ve biçimi, kaş, göz makyajı, tırnaklar v.b. unsurların birbirlerine aşırı benzerliği, kişileri tanımayı güçleştiriyor. Her konuda kişisel tercihlerimizi oluşturmamız gerekirken ne yazık ki modanın baskısına yenik düşebiliyoruz. Ünlülerin gösterişçi tüketimi kitleler için de özendirici oluyor. (Takipçi sayısı yüz binleri bulan sosyal medya fenomeni bir kadın, “altın tozlu kahveler içiyorum” diye övünüyor örneğin.) Sosyal medya fenomenlerinin yalnızca magazinel yönüyle ilgilenmenin bedeliyse ağır oldu; bunun ekonomik krizle bağlantısı kurulamadı. Ancak gösterişçi tüketim durmuyor; ana akım TV kanallarındaki gündüz programları yemek, giyim- kuşam, takı- özellikle altın bilezikler revaçta- mobilya v.b. tüketim alışkanlıklarını teşvik edici ve kadınlar arası rekabeti kızıştıracak nitelikte oluşlarıyla göz doldurmayı sürdürüyor. Sosyal medyada saç boyası ve diğer kuaför malzemelerinin satışını artırmak için kadınlara saç rengi ve biçiminde yapacakları değişikliğin psikolojik ihtiyaçlarına iyi geleceği telkin ediliyor. (Güzellik merkezlerinde kim bilir kaç kadının bedeni zarar gördü, parası havaya uçtu, o da başka!) Tabii, AVM’leri de unutmayalım. Reklamlarla çocukları alışverişe ikna etmek (kandırmak) daha kolay oluyor. Toptan yapılan alışverişlerse gereksiz tüketimi körüklüyor. Kredi kartı bağımlılığı, para harcamayı kolaylaştırıyor, haliyle borçlanmayı artırıyor.

Sonuç: Yaşamın odağına hedonizmin yerleştirilmesi, tüketimin dizginlenememesi, bizi bugünlere getirmiştir. Ancak, süslenme ve bakım, kadınların ihtiyacıdır. (Tabii, erkeklerin de.) İleri teknoloji alışkanlıklarımızı da değiştirirken bundan yararlanacağız. Parklarda spor aletleri neden olmasın, herkes neden spor yapmasın? Kozmetik dersek; doğayla insanın ürettiği yaratımların estetiksel bütünlüğünü, insan sağlığını olduğu kadar çevreyi de koruyan ve kişinin özgün değerlerini belirginleştiren bir amacı olmalı kozmetiğin; güzelliği en yalın, doğaya en yakın biçimiyle ortaya çıkarmışsa makyaj bir sanattır da denilebilir. Ancak insana özgü bakım ve güzelleşme, toplumsallaşırsa değerli olur. Güneşin altında, tarlada saatlerce çalışan kadın da el ve yüz kremini, beden kokusunu giderici preparatı gereksinir. Kır saçlar niçin boyanmasın? Çirkin görünümlü dişler neden düzeltilmesin?

Bugün emeğin ucuzlatılması ve emekçi halkın alım gücünün düşürülmesi nedeniyle kimsenin ağzını bıçak açmıyor. (TV sokak röportajları bu anlamda çok öğretici: Bir anne utana sıkıla yakınıyor: “Çocuğum artık akşama ne yemek var, diye sormaz oldu.) Savaşta, afetlerde, kıtlıkta yaşamı idame ettirmekse kadınların boynunun borcudur. Günümüz koşullarında da tencerelerde “et kaynamaz” ama “dert kaynamasın” diye her yola baş vuran; kârlılık için etik değerleri umursamayan piyasa ekonomisiyle karşı karşıya kalan, aileyi aç bırakmamak için çaresizlikten çöpten yiyecek toplayan da kadındır.

Toprağı olmayan köylüler ucuz iş gücü olarak kente göçerler. Köyde, kasabada, kentte, metropolde yerleşmiş kadınlar coğrafi ayrılık yüzünden bile farklı sorunlarla karşılaşırlar. Göç eden kadın kentin avantaj ve dezavantajlarını birlikte yaşar. Kent hizmetlerinden yeterince yararlanmasa da kızlarını okutmak, hastalandığında tedavi olabilmek gibi hayallerle doğduğu toprakları bırakıp yâd ellere gelmiştir. Ama hayaller gerçekleşmeyebilir. Yoksulluk, işsizlik, açık şiddet kol gezerken kızını, oğlunu pusuda bekleyen şer odaklarından- uyuşturucu, suç, fuhuş çeteleri-........

© Gazete Manifesto