Tülin Tankut
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonuçları, “aşırı sağın” güçlenmesiyle noktalandı. Demokrasinin beşiği sanılan Fransa’da, Le Pen başkanlığındaki sağcı “Ulusal Birlik Partisi” birinci oldu; bugünkü Fransa Cumhurbaşkanı Macron’nun “Rönesans Partisi” ikinci, Sosyal Parti ise üçüncülükte kaldı. (Almanya ve diğerlerinde de durum aynı) Sağcı liderler sonuçtan memnun; memnuniyetsizler tedirgin ve kaygılı. Batı medyasında rivayet muhtelif: Göç yüzünden güçleniyormuş aşırı sağ. (Sanki keyiften yapılıyormuş göç!) “Tarih tekerrür ediyor”: Hitler ve Mussolini faşizmlerine gönderme yapılıyor. Öte yandan seçimlerin akabinde Fransa’daki solun dayanışması için olumlu bir gelişme deniyor; aşırı sağa karşı aşırı solun yükselişine sevinenler; “sol da liberal etkilerden kurtulmuş değil” analiziyle popülist solu eleştirenler; kavram kargaşası yaratıldığı için doğru bilgiye ulaşmayı engelleyen belirsizlik ortamında gerçek şu ki kimse kendini güvende hissetmiyor.
Geniş kitleleri, kapitalist sistemle uzlaştırma politikalarıysa hâlâ iş görüyor. Diziler, video oyunları, sosyal medya paylaşımları v.d. insanları oyalıyor, kendileriyle yüzleşmesine fırsat vermiyor. Amaç kişiyi, kapitalist sistemin koşullandırması içinde tutarak, bu da gelir, bu da geçer, rahatlığıyla mücadele edeceği yerde sisteme uyumunu kolaylaştırmak. Oysa son kırk yıldır emperyalistler dağı taşı, tarım alanlarını, ormanları, madenleri, su kaynaklarını, limanları, akla hayale gelebilecek her yeri; doğayı, yağmalayıp yaşama alanlarını yaşanmaz hale getiriyorlar. Küresel ölçekte emekçi sınıflara verdikleri zararlar saymakla bitecek gibi değil. Sosyal devletin görece kazanımları kısıtlandı; gelir dağılımı bozuldu, sağlık, eğitim gibi kamu hizmetleri piyasaya terk edildi; gelir vergisi adaletsizliği, göçün hızlandırılması, göçmen, sığınmacı düşmanlığının yaratılması; en büyük zararı da sol gördü, emek hareketlerinin güçten düşürülmesi için hiçbir fedakârlıktan (!) kaçınılmadı.
Ancak emekçi sınıfların kendilerine reva görülen bu mezalimi çekmek zorunda olmadığını tarih bize göstermiştir. Neoliberal politiklarla işçinin sınıf bilincinin köreltilmesine çalışılmış, dincilik, postmodernizm, küresel medya v.b. araçlarla bundan kısmen başarı da sağlanmıştır. Solun dünya ölçeğinde güçlü bir kamusal etki yaratabileceğinden kaygı duyulmaktadır çünkü. (Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra dünyanın dörtte biri komünist oldu. (SSCB) İkinci Paylaşım Savaşı’ı sonrası da dört üçü. (Çin Halk Cumhuriyeti) Bugün de kapitalizmin yoğun ideolojik bombardımanı altında işçi ve emekçilerin yaşam karşısında bir duruşunun olabilmesi için sağlam referans noktalarına ihtiyacı vardır. Ne diyor Karl Marx? “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca yorumladılar, oysa........