Bilim ve laiklik

Herhalde birliktelikleri hakkında en son yazı hazırlanacak iki öğe bilim ve laiklik olsa gerek, çünkü tam bir ‘malumun ilanı’ durumu söz konusudur burada. Öyle ya, eğer bilimi bilinmeyenin araştırılması, nedenlerin bulunması, var olan bilginin sorgulanması olarak tanımlayacak olursak, elbette bunu yapacak kişinin kafasında hiçbir önyargı, dogma olmaması gerekir. Yani, en azından, dini duygularını laboratuvarın dışında bırakması, din işlerini bilim işlerine karıştırmaması gerek. “Din, insanın kavrama yeteneğinin ne denli zayıf olduğunun dışa vurumudur” sözünü nerede okumuştum anımsamıyorum ama bence bilim için laikliğin zorunluluğunu çok iyi anlatır. Tıpkı Nobel ödüllü Samuelson’a atfedilen “Güneşe tapılan bir ülkede ısı kanunları iyi anlaşılmaz” sözü gibi; herhangi bir tapınma durumunda doğanın yasalarının araştırılamaz. Zaten aydınlanmanın, laikliğin, bilimin sloganı ortaktır: ‘sapere aude’ (bilmeye cesaret et).

O zaman şu soru akla gelebilir; ‘İslami bilimin parlak dönemleri nasıl açıklanacak?’ Doğrusunu söylemek gerekirse, bilim tarihinde dinle birlikte anılan bir dönem yoktur. Demek istediğim, Yahudi bilimi, Budist bilim, İslami bilim gibi bir kavram yoktur; ancak belirli bir coğrafyadaki sosyoekonomik yapı, o bölgeyi bilimde öne çıkartabilir. ‘İslam biliminin parlak yılları’ denilen dönem, tüm doğuda bilimin yükseldiği dönemdi ve kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde doğunun, batıya göre daha ileride olmasına bağlıydı. Kaldı ki zamanın Çin, hatta Hint bilimiyle........

© Gazete Manifesto