Konu başlığını barışın, yaşamın, iyiliğin temsili olan ölmez ağacı zeytinin hukuk zırhıyla yok edilmesinden dolayı seçtim. Zeytin ve hukukun ne derece zıt, bir araya gelmez olduklarına ve ‘Zeytin varsa hukuka gerek yoktur’a değinmeye çalışacağım. Zeytin ve zeytinliklere dair yazdığım ilk yazı 11 Haziran 2017 tarihinde Evrensel gazetesinde yayımlanan Homeros’a Sesleniş’ti. O tarihten bugüne değişen tek şey saldırıların durmaksızın devam etmiş olması ve ona karşı mücadelelerin daha fazla yükselmiş olmasıdır.

İlk yazıdan bugüne zeytinliklerin talana açılmasının önünde engel olarak görülen ve zeytinlikleri koruyan zeytin yasası da yönetmeliklerle değiştirilmeye çalışılmıştır. Ve bu isteklerini yaklaşık on kez geri çekmek zorunda kalmış ve en az iki kanun teklifleri de Danıştay tarafından ‘Kamu yararı yoktur’ denilerek iptal edilmiştir. Tabii bu karara aldanıp mücadeleyi bırakmamak gerekir. Çünkü Danıştay ve mahkemelerce defalarca iptal edilen baraj, HES, sanayi ve turizm tesisi, maden ocağı, RES ve JES olmasına rağmen bir daha farklı bir yol bularak saldırılarına devam etmektedir.

Her yaşam alanı bir direniş alanına dönüşünce, yerelden tepki sesleri yükselince, muhalefet artınca, direniş güçlenince hemen hukuk sopasını devreye koymaya başlarlar. Arkasına sığındıkları ve bizlere uygulanmak durumunda bıraktıkları bir hukuk, kendilerine ise hukuksuzlukla hareket etmektedirler. Siz yıkın, yasalar arkanızdan gelir anlayışı ile turizm, maden ve enerji şirketleri ÇED ve diğer gerekli yasal süreç işletilmeden alanlardaki ağaçları-ormanları hızlıca yok etmektedirler.

Egemen kapitalist sistemin saldırıları ve sömürüsünün desteklenmesi ve korunması adına kendi zırhı olacak bir hukuk sistemine ihtiyacı vardı. Bu hukuk sistemi inşa edilerek devletler eliyle işletmektedir. Bu hukuk sistemi ise bizler-yaşam alanlarını koruyanlar için tehdit ve yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır. Şiddet gözaltı, hapis, para cezası gibi birçok müeyyide barındırır. Bu hukuk sistemi ve bizleri de bu kendi ördüğü duvarlar arasında hareket etmeye zorlar.

Bizler, sistemin bize çizdiği sınırlar içerisinde bir sağa bir sola çarparak ilerlemeye çalışıyoruz. Biz bir noktada karşı dursak bile sistem başka bir yolla saldırmaya devam ediyor ve her defasında bizi kendi oyununa çekip kendi kurallarıyla oynamayı zorunlu kılıyor. Kendine hizmet eden bu hukuk sistemi onları son noktaya kadar koruyup kollar. Sıkışınca da göstermelik para cezaları ile mücadele edenlerin yüreğine su serpse de direncin kırılmasını hedeflerler.

En temel sorumuz “kim için” ve “ne için” sorularıydı. Ve dikkatlice baktığımızda bu hukukun sermayeye ve onun çıkarlarına hizmet ettiğini göreceğiz. Bu hukuk yasaları ile bizlerin, gözü dönmüş kapitalist sistemin enerji, turizm ve maden şirketlerinin saldırıları önlememiz imkansıza yakındır. Kendilerinin varlığı ve sömürüsünün devamlılığını esas alan bu hukuk sistemi tamamen değişip ekolojik temelli yeniden inşa edilebilir mi?

Ekolojik bir hukuk sistemi gerekli midir? Ekolojik toplum ve yaşam inşa edilirse hukuka neden ihtiyaç olsun ki? Kapitalist ya da egemen sistemlerin kendi sürdürülebilirliklerinin devamını sağlamak için buldukları bir yol olarak tanımlarsak bunun düzelebileceğini ummak saflık değil midir?

Toplumsal vicdan ve ahlakla, insanında doğanın bir parçası olduğu bilinciyle, her türlü tahakküm, hiyerarşi ve bürokrasiden arındırılmış bir yaşamda hukuk ya da anayasa gerekli midir?

Başa dönersek, zeytinin ve tüm türlerin bir arada yaşadığı, barışın olduğu bir doğal yaşamda kapitalist sistemin yarattığı bu hukuka ve anlayışa ihtiyaç yoktur. Zeytin özelinde doğadaki tüm türleri, yangınlar ve kesimler yoluyla ormanları yok eden zihniyete cevabımız, Ahmet Arif’ten bu cümle olsun!

“Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeniz bahar görmesin…”

Ekoloji aktivisti, yazar.

QOSHE - Zeytin ve hukuk - Güner Yanlıç Kimdir?
menu_open
Columnists . News Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Zeytin ve hukuk

9 3 12
15.12.2022

Konu başlığını barışın, yaşamın, iyiliğin temsili olan ölmez ağacı zeytinin hukuk zırhıyla yok edilmesinden dolayı seçtim. Zeytin ve hukukun ne derece zıt, bir araya gelmez olduklarına ve ‘Zeytin varsa hukuka gerek yoktur’a değinmeye çalışacağım. Zeytin ve zeytinliklere dair yazdığım ilk yazı 11 Haziran 2017 tarihinde Evrensel gazetesinde yayımlanan Homeros’a Sesleniş’ti. O tarihten bugüne değişen tek şey saldırıların durmaksızın devam etmiş olması ve ona karşı mücadelelerin daha fazla yükselmiş olmasıdır.

İlk yazıdan bugüne zeytinliklerin talana açılmasının önünde engel olarak görülen ve zeytinlikleri koruyan zeytin yasası da yönetmeliklerle değiştirilmeye çalışılmıştır. Ve bu isteklerini yaklaşık on kez geri çekmek zorunda kalmış ve en az iki kanun teklifleri de Danıştay tarafından ‘Kamu yararı yoktur’ denilerek iptal edilmiştir. Tabii bu karara aldanıp mücadeleyi bırakmamak gerekir. Çünkü Danıştay ve mahkemelerce defalarca iptal edilen baraj, HES, sanayi ve turizm tesisi, maden ocağı, RES ve JES olmasına rağmen bir daha farklı bir yol bularak saldırılarına devam etmektedir.

Her yaşam alanı bir direniş alanına dönüşünce, yerelden tepki sesleri yükselince, muhalefet artınca, direniş güçlenince hemen hukuk sopasını devreye koymaya başlarlar. Arkasına........

© Gazete Karınca


Get it on Google Play