Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi adlı ölümsüz eserinde, 1789 Fransız Devrimi öncesi ve sonrasını özellikle Paris’i çoğu siyaset tarihçisinden çok daha iyi fotoğraflar.
Paris ve Londra’yı iki merkez üs alan hikayede yoksul halkı, finansal gelişimleri, feodaliteyi, yargıyı, öfkeden gözü dönen kitleleri, kanlı iktidar değişimlerini bir çok yönden işler.
Devrim öncesi rejim karşıtlarının hapsedildiği Bastille hapishanesi ve hücreleri, devrim sonrası bu kez giyotine gideceklerin kısa süre tutulduğu geçiş güzergahına dönüşür. Rejimin çok kanlı el değiştirmesi romanda giyotine gidileceklerin listesini atkısına işleyerek, aristokratlardan intikam almaktan başka bir şey düşünmeyen Madam Defarge karekteri ile çok iyi karikatürize edilerek işlenmiştir. Mahkemelere yol gösteren ve infaz hükmü listesi yerine geçen bu atkı aynı zamanda işleyen devrimsel yargı sürecini de anlatmaya çalışır. Çok kanlı jakoben bu altüstlük sonrası yalnızca yeni Fransa değil tüm Avrupa ve Dünya’da yeni burjuva ulus devletlerinin fitili yakılır. Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki milletlerin ayrılarak kendi ulus devletlerini kurmaları da bilindiği üzere hemen Fransız Devrimi sonrasıdır. Roman bu çok kanlı rejim değişikliğini işlerken tüm zorluklara rağmen kendi onurları ve düşünceleri için mücadele edenlerin hikayesini özellikle ele alır. Siyasal, hukuksal, sosyal mücadele ve altüst oluşun, yanı sıra insanların yaşamında olmazsa olmazı aşk da romanın önemli parçasıdır.
Sevdiği kadının yaşamı uğruna onun adına giyotine giden, mesleğinde çok parlak bir avukat olan Sydney Carton’un sözleri romanın finaline damgasını vurur: Carton: “Şimdiye kadar yaptığım her işten çok daha iyi bir iş yapıyorum. Şimdiye kadar böyle bir huzura kavuşmamıştım.” der.
Ölüm listesi öyle uzundur ki hem infazları hızlandırmak hem de yeni çağa yeni bir infaz makinesi kazandırmak fikri ağır basar. İşte çok bilinen giyotin bu devrimle işleve kavuşarak adını duyurmuştur. 20 Mart 1792’de giyotin resmi olarak Fransa’nın idam aleti haline gelmiş ta ki 1939’da kullanımı durdurulmasına kadar. Fakat giyotin Fransa’nın 1981’de idam cezasını kaldırmasına dek resmi idam aleti olarak kalmayı sürdürmeye devam etmiştir. Fransız Devrimi’nden çok önce, Avrupa’nın uzun yıllar kullandığı giyotine benzeri araçlar bulunsa da Fransız yapımı bu makine standart bir idam biçimi olarak kullanılmasıyla daha “insancıl” ve eski rejimden daha “modern” daha devrimsel bir idam cezası amacı hedeflenmiştir!
2. Dünya savaşından sonra Avrupa Birliği düşüncesini ortaya atıp, Almanya’yı ikna etmeyi başaran Fransa aynı zamanda ulus devletler fikrini de 1789’da bu kanlı devrim sonrası dünyaya yaymış olduğunu tekrar hatırlatalım.
Paris’te 23 Aralık 2022 tarihinde Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi önündeki topluluğa, ve Kürt kuaför ve restorana yönelik katliamda üç kişinin yaşamını yitirmesi ve biri ağır olmak üzere birçok kişinin yaralanmasının hemen ardından Paris ve Marsilya’da Kürtler anma ve protesto gösterileri düzenlediler.
Paris’teki anmaya yalnızca Kürtler değil Avrupa’nın dört bir yanından birçok siyasi parti, yerel yönetim, sivil toplum kuruluşu ve göçmen topluluğu temsilcisi katıldı.
République Meydanı’ndaki anma ve protestoda topluluğa doğru sürülen bir kamyonet içerisinde Bozkurt işareti yapanlara karşı yoğun tepki gösteren göstericilere, Fransız polisi sert müdahalede bulunmuş ve bu durum protesto şiddetinin daha sert ve geniş çaplı olmasına sebep olmuştur.
On yıl önce yine Paris’te üç Kürt kadın militanın katledilmesinin Fransa devleti tarafından aydınlatılmaması, arkasından yeni gerçekleşen bu katliam ve ardından Fransız otoritelerinin bu katliamı hemen müstakil bir ırkçı çerçevede ele alışı Fransa’daki Kürt topluluğunun şiddetli tepkisine neden olmuştur.
Olaylardan hemen sonra Fransız haber kanalı BFMTV’ye konuşan Paris Emniyet Müdürü Laurent Nunez, olaylar sırasında 31 emniyet mensubu ve bir göstericinin yaralandığını, olayları sırasında çok sayıda araç ve 15 vitrinin tahrip edildiğini, yine olaylar nedeniyle 11 kişinin de gözaltına alındığını vurgulamıştır.
Fransız otoritelerinin, muhalefetinin ve medyasının ağrılıklı konusu ise gösterinin şiddetli geçmesinden çok Fransa’nın Kürt halkının güvenliğinin neden sağlayamadığı ve bu yöndeki üzüntülerini paylaşmış olmalarıdır. Çünkü katliamdan çok kısa önce Kürt örgüt temsilcileri Fransız istihbarat birimlerine can güvenliklerinin tehdit altında olduğunu aktararak, gereken önlemlerin alınması yönündeki taleplerini iletmiş. Bu talebin karşılanmaması da Fransız kamuoyu gündeminde.
Fransa nüfus demografisi dikkate alındığında bu talepler çok daha önem kazanmaktadır.
Çünkü Fransa Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün (INSEE) 13 Ekim 2015 tarihli göç raporunda 2006-2013 yılları arasında Fransa’da yaşayanların yüzde 9’unun göçmenlerden oluştuğunu belirtiyor. Enstitü yayınladığı rapor ile yabancıların ülke nüfusuna oranını gözler önüne seriyor. 2013 yılı sonunda Fransa’da yaşayan 65,8 milyon kişinin yüzde 11,6’sı Fransa dışında doğarken, nüfusun yüzde 8,9’unun ise göçmen olduğu ve yüzde 6,4’ünün de yabancı uyruklu olduğu açıklandı.
Bu oran ve nüfusun 10 yıl içinde çok arttığını belirtmemize gerek olmasa gerek.
Yani Fransız nüfusunun çok önemli bir kesimi göçmenlerden oluşmaktadır ve çoğu da Fransız vatandaşıdır.
Onlarca yıl toplumsal olaylarda Fransa’ya yerleşmiş göçmen toplulukların uğradığı haksızlık ve ayrımcılığa karşı yaptıkları bir çok protestolarda çoğu kamu hizmeti durmuş, özel ve kamusal mallar zarar görmüştür. Ama hem Fransa hem tüm dünya bu olup bitenlerin ardından sorunun sonucuna değil kaynağına bakarak çözüm üretilmesine çabalamış ve Fransa’yı ağır eleştirmişlerdir.
Dünkü protestolarda da yaşananlar sonrası Fransız idaresi kendi cephesinden sorumluluklarını sorgularken, Fransız medyası başta olmak üzere kamuoyu da idarenin yerine getirmediği sorumlulukları sorgulamıştır. Ve tüm bunlar barışçıl toplantı, yürüyüş ve gösterilerin en temel bir düşünce ve örgütlenme özgürlüğü olarak kabul edildiği, idarenin göstericileri korumakla görevli olduğunu çok iyi bilen, benimseyen ve yine bu yöndeki yüzlerce karara imza atmış -ev sahipliği yaptığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- Fransa’da gerçekleşmektedir.
Fransa idaresinin yalnızca çok mekanik, kutsal soyut bir sistem olmadığını yıllar içindeki edebiyatı, tarihi, kültürü, sosyal mücadeleler geçmişi ve hukuku ile göstermiştir. Fransa göstericilerin öfkelendiklerinde hiç nazende davranış sergilemeyeceğini de yine kendi tarih ve kültürü içinde en iyi bilen ülkelerdendir. Ve yine aynı zamanda çözüm üretmeye en çok kafa yoranlardandır.
Bu vesileyle Fransa’dan yine yakın tarihten bir örnekle vermek gerekirse; De Gaulle boşuna “Sartre Fransa’dır” dememiştir!
Bilindiği üzere Fransa işgali altında bulunan Cezayir’de, 1954 yılında başlayan işgal ve ayaklanmalar giderek bir bağımsızlık savaşına dönüşür ve savaş yaklaşık 8 yıl sürer. Bu süre içinde bir buçuk milyon Cezayirli öldürülür. Cezayir’e karşı bastırma savaşı ise Charles De Gaulle’ün Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı sırasında yürütülür. Bu savaş, ikinci dünya savaşının kahramanı olarak görülen De Gaulle’e büyük itibar kaybına uğratır.
Sartre ise tavrını; Fransa’nın bu ayaklanmaları kanlı bastırma girişimini, Paris sokaklarında bu haksız işgali kınayan bildiriler dağıtarak ve gösterilere önderlik ederek gösterir.
Hükümetten bazı üyeler De Gaulle’e, Sartre’a ve önderlik ettiği kişilere gözdağı verilmesi önerisi sunarlar. De Gaulle ise bu öneriyi getirenlere: “Sartre Fransa’dır” diyerek ret eder. Yani bir anlamda “Sartre’a ceza vermek Fransa’ya ceza vermektir, kendinize gelin” demiş olur.
Sartre ve De Gaulle bir kez daha 1968 öğrenci olayları nedeniyle karşı karşıya gelirler. Kimse De Gaulle’e, Sartre’a gözdağı verilmesini teklif edemediği gibi, De Gaulle, 1968 olaylarında karşılaştığı derin eleştirilere dayanamayarak ve kabul ettiremediği bir görüşü bahane ederek 1969 yılında Cumhurbaşkanlığından istifa eder. De Gaulle, Cezayir’e karşı tutumu nedeniyle saygınlığını yitirmiş olsa da, Sartre için söylediği sözle saygınca anılır.
Barikatlar şehri Paris’te halk ve idare geleceklerini geçmiş kültürlerinden gelen deneyimle tartarak inşa ederler. Yani fazla kaygıya mahal yok!
Kaygı duyulacaksa; katliamı gerçekleştiren tetikçinin yine arka planının aydınlatılmadan soruşturma ve kovuşturma dosyasının kapatılması ve tetikçinin yine “intihar” edebileceği olasılığıdır!
1973 Erzurum doğumludur. 1991 yılı İstanbul Haydarpaşa Anadolu Teknik Lisesi (Elektronik Bölümü), 1998 yılı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur, 2003-2005 yıllarında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde insan hakları hukuku alanında yüksek lisans yapmıştır.
İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat olarak 23 yıldır yoğunluklu olarak yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, azınlık hakları, işkence mağdurları, kadının insan hakları ve çocuk hakları ihlalleri alanında serbest avukatlık yapmaktadır.
17 yıl İstanbul Barosu meslek içi ve staj eğitim merkezlerinde Avrupa Hukuku, Ceza Hukuku, Ceza Usul Hukuku, Uygulamada Ceza Avukatlığı ve Sanık Hakları alanlarında dersler vermiştir.
Hukukçu ve insan hakları aktivisti olarak: Geçmiş tarihte işlenmiş ve halen işlenmekte olan insanlığa karşı suçlarla cezai, sosyolojik, tarihsel ve hukuki bakımlardan yüzleşilmesi için farkındalık yaratma temalı ulusal ve uluslararası çeşitli etkinliklerin katılımcısı ve organizatörüdür.
“Hitit Hukuku- Belleklerdeki “Kayıp”, “Sanık Hakları ve Uygulamada Müdafilik”, “Vukuatlı Resmi Kimlik “Sözlüğü” ve 8 hukukçu ile birlikte kaleme aldıkları “Parçalanmış Adalet” adlı kitapları bulunmaktadır.
Gündemdeki insan hakları ihlalleri, güncel siyaset ve hukuk uygulamalarını ele alan, çeşitli dergi, günlük gazete ve sitelerde yayınlanmış çok sayıda makaleleri bulunmaktadır.