İslamcıların sistem geçişi pek sorunlu olmadı, hatta çok kolay oldu diyebiliriz. Bir kaç tane postmodern “höt höt” ile hemen sistemiçileştiler. Herhangi bir katliama uğramadılar, işkence veya sürgün yaşamadılar, sisteme yıllarca rıza gösteriler, sağcılara ve solculara karşı yıllarca nizamın bekçiliğini yapmak için sabırla ve sinsice beklediler. AKP, İslamcıların sistemiçileşmesi ve sermayeleşmesinin manivelası rolü gördü. Şiddetsiz bir şekilde İslamcılar AKP eliyle evcilleştirildi. İslamcılar uslu uslu, ülkede sürdürülen adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, zulmün, acının, talanın, yalanın ve kanın üzerinde kurulan düzenin taşıyıcısı oldular. Devlet ile sermaye, zulüm ve ölüm ile uzlaştılar. Ve bu uzlaşı Kürt seçmenlerin bir kısmı dışında İslamcılarda genel bir rahatsızlığa dönüşmedi, dönüşmeyecek. Kopan İslamcılar bile hala karnından konuşuyor, sarsıcı eleştirmiyorlar. Bu da kamuoyunda “teknik olarak kopmuş olsalar bile ruhen hala bir aradalar, birçok suça sessiz kalarak ortaklığı sürdürüyorlar” algısı uyandırıyorlar. İslamcıların sistemi yönetme yetenekleri ise bambaşka bir hikaye, ne kadar çirkinlik varsa tümünü devreye koydular. İslamcıların devleti yönetme stratejileri, dağla, taşla, toprakla, su ile ilişkileri; kadına, çocuğa gence bakış açıları yıllarca tartışılacak. Para ve şatafat ise en büyük düşkünlük…

Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne geri dönüş AKP’nin politik ufkunun daralttı. Bunun bir sonucu olarak geleneksel devlet mekanizması, ulusalcıların ve İslamcıların birbirlerine şirin görünmesinin kapısı oldu. Bu kapının anahtarı AKP’nin elinde olsa bile, hangi AKP demek zorundayız. Artık kaç tane AKP olduğunu bilmiyoruz; AKP neydi, ne oldu, nereye doğru gidiyor, AKP’yi kim yönetiyor, kurucu manifestosuyla aktüel siyaseti arasındaki makasın bu kadar açılmasının arka planında ne var, bu sorulara yanıt vermek zorlaşmış durumda. 19. yüzyılı Osmanlı imparatorluğu bakiyesinden yeni cumhuriyete devredilen Kürt meselesinin çözümsüzlüğü devleti, rejimi ve üzerinde yaşayan sosyolojiyi bir bütün olarak kendine yabancılaştıran bir etkiye sahip. AKP’yi kendine ve fikriyatına yabancılaştıran asıl olgu da kuşkusuz Kürt meselesidir; meselenin savaş-barış, dost- düşman diyalektiğini kavramakta zorlanan dar ufkudur.

İslamcı dinamiğin sistem içinde direnme-bükülme dozajını belirleyen kilit nokta Kürt meselesidir. AKP’nin başını çektiği koalisyon Kürtler nefes almasın ittifakıdır.

Ara transferler ve ittifaklar ortak bir ideolojik akıl etrafında birleşiyor. AKP’nin Kürt karşıtı bir koalisyon partisine dönüştüğü biliniyor, yapılan transferler ve ittifakların temeli buna dayanıyor. 2015’ten beri ulusalcıların temel stratejisi, AKP’yi Kürtlerle olası bir barıştan uzaklaştırdığımız sürece başarılıyız, üzerine kurulu, dahası bu bir Kızılelma yemini. Erdoğan Kürtlerle kavgayı derinleştirdikçe bu tip transferler çoğalacak. Ancak sosyolojik ve politik bir karşılığı olmayacak.

Son zamanlarda Kızılelma Koalisyonunun[1] merkezi haline gelen AKP, yaptığı siyasi transferlerle yukarıda bahsettiğimiz minvalde bir stratejinin izini takip ediyor. Siyasal İslam’ın sembolik taşıyıcısı durumunda olan AKP, yeni transferler gerçekleştirdikçe kendisine yabancılaşıyor, transferler ise yabancılaşmayı hızlandırıyor. Son olarak yakın zaman önce yaşadığı kişisel karmaşaları aşma peşine düşen asker kökenli eski CHP milletvekili, Memleket partili taze AKP’li M. Ali Çelebi’nin AKP’ye transferi bu hızlanmanın bir parametresi olarak okunabilir.

Çelebi, Türkiye’de kimin nasıl ayağa kalkacağını, itibarsızlığını başka kimliklere saldırarak nasıl geri kazanacağını öğrenmiş… Nedim gibi, Savcı gibi, Tanju gibi yolu yordamı biliyor: Kürt Düşmanlığı! Bu düşmanlığı yapana Kürt karşıtı koalisyonun tüm kapıları açık! Çelebi, Şebnem Korur Fincancı gibi bilim insanlarını, Canan Kaftancıoğlu ve Sezgin Tanrıkulu gibi demokrat siyasetçileri ve elbette HDP’yi defalarca hedef gösteren bir nefret siyaseti ile ayakta kalmayı öğrenmiş. Neden CHP’den ayrıldığına dair cevapta bile Kürt düşmanlığı var. Demirtaş’a şeref madalyası, Çelebi’ye linç kampanyası olarak özetliyor. Kürt düşmanlığı ülkede bir çok suçlunun dezenfekte olduğu ideolojik bir kurtuluş mekanizması olmayı sürdürüyor.

Çelebi’nin AKP grup toplantısına davet edilerek orada yaptığı kısa konuşma ve Erdoğan’ın kendisiyle ayaküstü yaptığı sohbette kurduğu çocuk bağlamı, yukarıda dile getirmeye çalıştığımız Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden kaynaklı genişleyen yabancılaşmanın dışa vurumuydu. Bu ayaküstü diyalog, politik bir mekanda ve birbirine zıt olan iki ideolojik kanadın zorunlu kucaklaşmasından başka bir şey değildi; tarafların uzlaştıkları tek bir nokta varsa o da Kürt düşmanlığıydı. Bu kısma birazdan geleceğiz ama bu düellodan sızan siyasal sefaleti anlatmama izin verin. Zira Çelebi’nin transferi ve o anda yaşananlar bir törenden daha çok bir düello gibiydi.

Çelebi grup toplantısında, konuşmaları ve kültürel tutumuyla AKP’ye içeriden sızmaya çalışan bir görüntü vermişti. Alkış aldıkça bir an kendisini Truva atının içine saklanan Antik Yunan mitolojinin kahramanı Arşil sanmıştı. Kaleyi içerden fethetme motivasyonu sesine, mimiklerine yansıyor, vermek istediği tarihsel mesajı salondan daha çok devlete, millete, ebedi-ezeli ittifaka veriyor, kızıl elmaya selam çakıyordu. Hem neden olmasın ki, bir taşla iki kuş. Bir taraftan İslamcıların arasına sızıp onları yönetecek diğer taraftan Kürtlere pek fena bir savaş açacak. Çelebi niye orada olduğunu anlatmaya çalışırken ses tonuyla iş yapmaya çalışıyor, asker gibi bağırıyor, kışla ile meclis arasındaki farkı eşitliyor, kışla vesayetinin taşıyıcısı olduğunu düşünüyor. Alkışlar da fena değil, eh bu iş tamamdır derken bir an, hemen arkasında reisin tüm geleneksel otoritesiyle beklemekte olduğunu unutuyor; elbette reizin tuzağa düşürdüğü Çelebi’ye sürprizleri olacak. Tam da Arşil ile kendisini kıyaslamışken, reiz çocuk hamlesi ile işi bozuyor. Aslında Memedali daha önce de komuta kademesinde Kürt nüfusa ve doğum kontrolüne yönelik sistematik müdahalelere ve muhabbetlere tanık olmuştur; ama bu sefer iş kendisine bırakılıyor, yük omzunda, talimatla çocuk yapacaksın! Ne için Kızılelma için, vatan ve millet için, kükrediğin için, sessizce, efendi gibi durmadığın için, reizi kızdırdığın için… Haydi bakalım Memedali, görelim seni; cepheye, camiye, cemaate, kışlaya, alkışa nüfus lazım. Öyle atıp tutmak kolay!

Erdoğan, Çelebi’ye ayak üstü bir operasyon çekmişti. Zira Çelebi’nin kükreyen sesini dinlerken adeta “sen görürsün gününü, çok gördüm senin gibilerini” der gibi hemen arkasında pusuya yatmış, bekliyordu. Çelebi’nin fazla alkış almasından rahatsız olduğu anlaşılıyordu. Çünkü bu kürsüde hiç kimse reizden daha fazla alkış alamaz. Alkış çalanların ve çalmayanların üzerine dikilen iktidarın gözü, sistematik olarak çalışmakta ve ciddi bir hafızalaştırma mesaisi ile partinin kalkan ve inen ellerini filtrelemektedir.

Çelebi’nin hamlesi, şimdilik reizin basit bir müdahalesi ile bertaraf edildi. Oysaki Çelebi batının çağdaş liderleri gibi, eşiyle salona gitmiş, gerici-yobaz İslamcılara bir kez daha laik, modern ve çekirdek Türk ailesi görüntüsü vererek bir ders vermek istemişti. Ama Çelebi, geleneğin hiçbir zaman ölmeyeceğini bilmeyecek kadar İngiliz monarşisine çarpan saf bir Fransız modernisti gibi pek budalaca ortada dımdızlak kalmıştı. Bir anda Kürt düşmanlığıyla tahkim edilmiş ve kadın bedenini makineye indirgeyerek çoğalmayı arzulayan gelenek hortlamıştı. Tıpkı Roma hükümdarları gibi imparatorluğa çocuk yapın çağrıları havada dolaşmıştı. Irak kararnameleri gibi fermanlar ayakta verilmişti! Çocuk yap Memedali, iş yap Memedali, çok konuşma Memedali! Bırak çekirdek Türk ailesini, geleneğe gel, azalıyoruz! Çoğalanlar bizden değil ve hepsi terörist! Bırak laikliği, çağdaşlık safsatasını! Çocuk yapın alarmizmi başlamış, tehlikedeyiz koduyla bir başka kardeş halkın çocukları ve de aileleri 85 milyon insanın önünde hedef gösterilmişti. Kürt çocukları büyük risk, çocuğa karşı çocuk, düşmana karşı düşman, kana kan intikam intikam diyor reiz.

Bu düello, AKP içi kültür savaşlarının dışa vurumuydu. Bilindiği üzere kültür savaşları birçok toplumsal sorunun üzerini örtme görevi görüyor. Özellikle Kürt meselesi, sınıfsal sorunlar, kadın ve gençlik sorunlarına yönelik gerçekçi çözümler bu tartışmaya kurban ediliyor. Kuruluş aşamasında gömlek değiştiren siyasal İslamcılar mutfakta olsa da partinin merkez sağa talip olma vizyonu kültürel hegemonyayı zayıflatıyordu. İktidarın gelenek-modern, seküler-muhafazakar gerilimleri üzerinden, orta boy kültürel hegemonya hayali için süregelen kültür savaşları istenilen sonuçları vermedi. Dışarıda başarılamayan kültürel kavga belli ki içeriye sızmış gibi. Zira kültürel savaşların bir partinin içine sızmasından daha tehlikeli bir durum olamaz. İslamcılar ile ulusalcıların koalisyonu bu yönüyle yan yana yürümek zorunda kalan zorunlu bir evlilik gibi.

Reiz, çoğalan Kürt çocuklarını terörist olarak etiketledikten bir hafta sonra Kürtlerin en büyük partisi olan ve HDP’ye eş başkanlık yapmış siyasetçileri de Kürtlükten men etmeye çalıştı; onların etnik kimliği üzerinden bir siyasal rekabetin içine girdi. İktidarın hem HDP liderlerinin Kürtlüğünü hedef alması, hem de Kürt halkının doğum oranlarına referansla, yurttaşın onlarca hayati sorununu görmezden gelerek, onlardan çocuk yapmalarını talep etmesi geleceğin riskleri hakkında bize önemli bir fikirler veriyor. Bir kere Kürtler üzerinden sürdürülen bu kutuplaşma stratejisi, AKP liderinin yüksek sesle Kürt meselesinin bittiği iddiasını çürütüyor; tam aksine Kürt meselesi, çocukların bile kirli hesaplara malzeme edildiği düzeyde etik bir sorun halini almış. Bu bağlamda iktidarın yaşayan ve doğacak olan çocuklara bile yaklaşımı, genel politik çürümüşlüğünün bir parçası. Belli ki iktidarın savaşa ve şiddete eğilim gösteren bir kalabalığa ihtiyacı var. Savaşı ve şiddeti sürdürecek, nobranlığı ve nefretin taşıyıcısı olabilecek bir erkek nüfus isteniliyor. Zira iktidar açısından kadınlar da savaşa asker yetiştiren, sokağa işsiz ordusu gönderen doğum makinesi gibi görülüyor. Bu tür sığ yaklaşımlar, AKP’nin seçim siyasetinin sonuna geldiğini, bundan sonrası için kuşatıcı bir toplumsal hikayenin çıkmayacağından kuşku duymamamız gerektiğini, Kürt meselesinin Ankara siyaseti tarafından seçim sürecinde nasıl istismara açık hale getirileceğini gösteriyor.

Bu siyaset, kutuplaşmanın önümüzdeki seçimlerde daha radikal bir şekilde etnik kimliklere kayacağını da haber veriyor. Etnik kimlikler bağlamı Kürt meselesinin çözümünü gündemleştirebileceği gibi kimlik çatışmalarını da derinleştirebilir. Buna en iyi müdahaleyi Kürtlerin kendisi ve temsil ettikleri siyasi partiler ve dostları cevap verebilir. Kürt meselesinin bu saatten sonra yeniden bir kışkırtma nesnesi haline getirilmesine müsaade etmemek gerekiyor. Kürt halkının başka halklarla bir sorunu yok; ancak siyasal rejimleriyle ciddi sorunları var. Sorun etnik kimliklerin üstünlük kavgasına dönüşmemeli, kaldı ki sorun toplumsal değil; dolayısıyla siyasal ve bu siyasal sorunların manipüle edilerek toplumsallaştırma tuzaklarına duyarlı olmak gerekiyor.

Önümüzdeki seçimler Kürt dostları ile Kürt düşmanları arasında Kürtlerin belirleyici olacağı bir atmosferde şekillenecek. Peki nasıl bir Kürtlük bizi bekliyor? Pay almak için harekete geçen Kürtlük mü, yoksa haysiyetli Kürtlük mü; Kürt kimliğini cebinde taşıyarak ve de birkaç aşiret oyunu seçim sermayesi olarak düzen partilerine pazarlama sinyalleri veren Kürtlük mü, yoksa Kürdün akan kanından, yoksulluğundan, sürgünlüğünden utanan Kürtlük mü; Kürdü hala iradesiz görüp başkasının iradesine sığınan Kürtlük mü, yoksa Kürdün bölgesel ölçekte bir aktör olmasından gücünü alan Kürtlük mü? Hangi Kürtlük?

Nasıl bir Türklük bizi bekliyor? Şiddete, inkar ve imhaya onay veren Türklük mü, yoksa Kürtleri eşit yurttaş olarak gören çağdaş ve demokrat Türklük mü; kibirlenen, kendini diğer etnik kimliklerden üstün gören Türklük mü, yoksa kendini merkeze alıp diğer tüm kimlikleri misafir olarak gören Türk mü? Kürt meselesini araçsallaştıran ve bunun üzerinden akrabalarını zenginleştiren siyasal iktidarları kahraman olarak gören Türklük mü, yoksa eleştiren, vergisinin peşinden koşan, hamasete yenilmeyen ve meselelere objektif bakan bir Türklük mü? Hangi Türklük?

Kürtlerin niceliksel ve niteliksel büyümesini, Türklerin küçülme kaygısı olmaktan çıkaran bir siyasal aklı hep birlikte yaratmalıyız.

MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.

QOSHE - Türklerin küçülme Kürtlerin büyüme krizi - Çözümsüzlük Yabancılaştırır
menu_open
Columnists . News Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türklerin küçülme Kürtlerin büyüme krizi

11 2 2
01.11.2022

İslamcıların sistem geçişi pek sorunlu olmadı, hatta çok kolay oldu diyebiliriz. Bir kaç tane postmodern “höt höt” ile hemen sistemiçileştiler. Herhangi bir katliama uğramadılar, işkence veya sürgün yaşamadılar, sisteme yıllarca rıza gösteriler, sağcılara ve solculara karşı yıllarca nizamın bekçiliğini yapmak için sabırla ve sinsice beklediler. AKP, İslamcıların sistemiçileşmesi ve sermayeleşmesinin manivelası rolü gördü. Şiddetsiz bir şekilde İslamcılar AKP eliyle evcilleştirildi. İslamcılar uslu uslu, ülkede sürdürülen adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, zulmün, acının, talanın, yalanın ve kanın üzerinde kurulan düzenin taşıyıcısı oldular. Devlet ile sermaye, zulüm ve ölüm ile uzlaştılar. Ve bu uzlaşı Kürt seçmenlerin bir kısmı dışında İslamcılarda genel bir rahatsızlığa dönüşmedi, dönüşmeyecek. Kopan İslamcılar bile hala karnından konuşuyor, sarsıcı eleştirmiyorlar. Bu da kamuoyunda “teknik olarak kopmuş olsalar bile ruhen hala bir aradalar, birçok suça sessiz kalarak ortaklığı sürdürüyorlar” algısı uyandırıyorlar. İslamcıların sistemi yönetme yetenekleri ise bambaşka bir hikaye, ne kadar çirkinlik varsa tümünü devreye koydular. İslamcıların devleti yönetme stratejileri, dağla, taşla, toprakla, su ile ilişkileri; kadına, çocuğa gence bakış açıları yıllarca tartışılacak. Para ve şatafat ise en büyük düşkünlük…

Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne geri dönüş AKP’nin politik ufkunun daralttı. Bunun bir sonucu olarak geleneksel devlet mekanizması, ulusalcıların ve İslamcıların birbirlerine şirin görünmesinin kapısı oldu. Bu kapının anahtarı AKP’nin elinde olsa bile, hangi AKP demek zorundayız. Artık kaç tane AKP olduğunu bilmiyoruz; AKP neydi, ne oldu, nereye doğru gidiyor, AKP’yi kim yönetiyor, kurucu manifestosuyla aktüel siyaseti arasındaki makasın bu kadar açılmasının arka planında ne var, bu sorulara yanıt vermek zorlaşmış durumda. 19. yüzyılı Osmanlı imparatorluğu bakiyesinden yeni cumhuriyete devredilen Kürt meselesinin çözümsüzlüğü devleti, rejimi ve üzerinde yaşayan sosyolojiyi bir bütün olarak kendine yabancılaştıran bir etkiye sahip. AKP’yi kendine ve fikriyatına yabancılaştıran asıl olgu da kuşkusuz Kürt meselesidir; meselenin savaş-barış, dost- düşman diyalektiğini kavramakta zorlanan dar ufkudur.

İslamcı dinamiğin sistem içinde direnme-bükülme dozajını belirleyen kilit nokta Kürt meselesidir. AKP’nin başını çektiği koalisyon Kürtler nefes almasın ittifakıdır.

Ara transferler ve ittifaklar ortak bir ideolojik akıl etrafında birleşiyor. AKP’nin Kürt karşıtı bir koalisyon partisine dönüştüğü biliniyor, yapılan transferler ve ittifakların temeli buna dayanıyor. 2015’ten beri ulusalcıların temel stratejisi, AKP’yi Kürtlerle olası bir barıştan uzaklaştırdığımız sürece başarılıyız, üzerine kurulu, dahası bu bir Kızılelma yemini. Erdoğan Kürtlerle kavgayı derinleştirdikçe bu tip transferler çoğalacak. Ancak sosyolojik ve politik bir karşılığı olmayacak.

Son zamanlarda Kızılelma Koalisyonunun[1] merkezi haline gelen AKP, yaptığı siyasi transferlerle yukarıda bahsettiğimiz minvalde bir stratejinin izini takip ediyor. Siyasal İslam’ın sembolik taşıyıcısı durumunda olan AKP, yeni transferler gerçekleştirdikçe kendisine yabancılaşıyor, transferler ise yabancılaşmayı hızlandırıyor. Son olarak yakın zaman önce yaşadığı kişisel karmaşaları aşma peşine düşen asker kökenli eski CHP milletvekili, Memleket partili taze AKP’li M. Ali Çelebi’nin AKP’ye transferi bu hızlanmanın bir parametresi olarak okunabilir.

Çelebi, Türkiye’de kimin nasıl ayağa kalkacağını, itibarsızlığını başka kimliklere saldırarak nasıl geri kazanacağını öğrenmiş… Nedim gibi, Savcı gibi, Tanju gibi yolu yordamı biliyor: Kürt Düşmanlığı! Bu düşmanlığı yapana Kürt karşıtı koalisyonun tüm kapıları açık! Çelebi, Şebnem Korur Fincancı gibi bilim insanlarını, Canan Kaftancıoğlu ve Sezgin Tanrıkulu gibi demokrat siyasetçileri ve elbette HDP’yi defalarca hedef gösteren bir nefret siyaseti ile ayakta kalmayı öğrenmiş. Neden CHP’den ayrıldığına dair cevapta bile Kürt düşmanlığı var. Demirtaş’a şeref madalyası, Çelebi’ye linç kampanyası olarak özetliyor. Kürt düşmanlığı ülkede bir çok suçlunun dezenfekte olduğu ideolojik bir kurtuluş........

© Gazete Karınca


Get it on Google Play