Biliyorum, seçim sonuçları, yorumları, eleştirileri, istifa çağrıları, havlu atmalar vs. futbol maçlarından sonra ekranda yapılan gevezelikler gibi bıktırdı hepimizi, bu nedenle süreci bir paragrafta kendimce özetleyip daha yaşamsal bulduğum konulardan söz etmeye çalışacağım.
Öncelikle sadece bir oy atarak her şeyin düzeleceğine inandırılan kitlelerin yılgınlığını üstlenmekten vazgeçmeli. Özellikle son 8 yıldır, operasyonların, baskının, işkencenin hukuksuzluğun hedef tahtasındaki HDP, Demirtaş ve Kürt halkı bu sürecin yenileni değil. Yıllardır direnişi sürdüren, oy vermeye günler kala bile operasyonlarla tutsak edilen bu halk her şeye rağmen üzerlerine düşeni sandığa taşıdı. Siyaseti bırakması gereken de Demirtaş değildir. Elbette hatalar yapılmıştır ve bunlar didik didik edilmelidir ama başlanılan yerden daha geride değiliz. İktidarını korumuş olsa da faşizm, en azından toplumun yarısının gözünde deşifre olmuştur. Onu yıkacak gücün sandıktan ibaret olmadığını önce kendimiz özümsemeli ve bunun gereği politikaları üretmeliydik. Eksikliğimiz bence buradadır…
Başından beri savunduğum, HDP’nin (ve ittifakın) yazılı olarak ifade ettiği 3. Yolu, pratikte de yaşama geçirip kendi adayını halkın önüne özgüvenle koyması gerekiyordu. Bu yapılabilseydi şimdi çok daha farklı bir zeminde konuşacaktık. Mücadeleyi, Millet İttifakın’a (CHP’ye) endekslemeden, (Demirtaş olamıyorsa) bir kadın aday etrafında sol-sosyalist gruplar ve aktif desteğini her zaman sunan Kürt Halkıyla buluşulabilseydi ne TİP ayrı listeyi dayatabilir ne de ittifaka sadece seçim için katılanların kaprisleriyle uğraşılırdı. İkinci turda da “kötünün iyisi” Kılıçdaroğlu yine desteklenebilir, Erdoğan’ı kazandırmış olmak gibi bir suçlanma riski alınmazdı. HDP ve İttifak böylece seçim sonrası mücadelede ortaklaşmanın adresi olurdu. Ama artık keşkelerin bir faydası yok. Çoklarının yaptığı gibi bütün olumsuzlukları HDP yönetimine yıkma kolaycılığının da gereği yok! Dersler çıkarıp, işletilmeyen demokratik ilkelerin özeleştirisini vererek, özellikle toplumda köpürtülen ırkçılığa karşı artık daha çetin bir mücadeleye kolları sıvamak gerek…
Seçim döneminde dikkatlerden kaçan, havacılık haber siteleri dışında basında da pek yer almayan bence önemli bir haber vardı: Fransa, karbon emisyonlarını sınırlamak amacıyla trenle 2.5 saatte gidilebilen yerlere uçak seferleri yapılmasını yasakladı. Alternatif olarak hızlı tren olanağı varsa bu mesafelere artık uçakla seyahat edilemeyecek. Her geçen gün yeni sıcaklık rekoru haberlerinin geldiği bir ortamda bu küçük adım dahi bence kıymetli. Çünkü iklim krizini artık gözlere batacak kadar somut yaşayan Dünyamız hızla sona yaklaşıyor…
Fransa’nın ölçü aldığı mesafe, İstanbul-Ankara arası uçuşlarına benziyor. Yıllar önce henüz Pegasus’ta kaptanlık yaparken İstanbul-Ankara uçuşlarının yasaklanması gerektiğini savunmuş ve tabi tepkiler de almıştım. İstanbul Ankara arasında orta gövdeli bir uçak yaklaşık 40-50 dakikalık bir uçuşla 150-180 kişi taşır ve 2.5-3 ton yakıt tüketir. Aynı yakıtla kara yolundan otobüslerle yolcu taşınırsa 150 yolcunun yanına bir sıfır koyabilirsiniz, yani 1500 kişi taşınabilir. Demir yolunda ise çok kaba bir hesapla bir sıfır daha eklenebilir ve taşınacak yolcu sayısı 15.000’e ulaşır. İstanbul’dan havaalanına gidiş, orada bekleme ve inişten sonra Esenboğa’dan şehre gidiş de düşünüldüğünde yolculuk 3-4 saati bulur zaten. YHT ise aynı zamanda Ankara’ya varıyor, üstelik şehrin göbeğine ulaşıyorsunuz. Özetle 150 kişi, daha konforlu ve hızlı varacak diye 3 ton yakıtı harcama lüksümüz yok. Küresel ısınma ve iklim değişikliğine katkısı düşünülerek havayollarına sınırlamalar getirmeyi bütün ülkeler artık önüne koymak zorunda.
Bunun için öncelikle ulaşıma kamu penceresinden bakmak ve alt yapı yatırımlarına ağırlık vermek gerekiyor. Bizde ise toplu taşıma ve demiryolları çok uzaklarda. İktidar, İstanbul-İzmir arasında kilometrelerce tarım alanını yok ederek inşa ettiği otoyolu fahiş fiyatlarla sunmayı çok büyük bir “hizmetmiş” gibi yansıtırken THY, 600 yeni uçak satın almanın planlarını yapabiliyor!
Fransa, trenle ulaşım açısından Avrupa’nın diğer ülkeleri gibi çok daha geniş olanaklara sahip. Ancak hızlı tren fiyatları da uçaklardan aşağı kalır değil. Asıl sorun, bizde de olduğu gibi kapitalizmin insanlara bir ihtiyaçmış gibi pompaladığı sürat merakıdır. “Nereye koşuyoruz, acelemiz ne?” diye soran yok.
Çok bilinen bir hikayedir ama hatırlamakta fayda var: “Küçük Prens’in” yazarı Fransız Pilot St. Exupery, pervaneli uçağıyla Afrika çöllerinden birine iniş yaptığında devesiyle seyahat eden bir Bedeviye rastlıyor. Ömründe ilk kez uçak görmenin şaşkınlığıyla “bu nedir sen bununla ne yapıyorsun” diye soran yolcuya Exupery, “Senin çölde 1 haftada gittiğin yere ben bu uçakla 1 saatte varıyorum” diye yanıt verir. Bedevinin karşı sorusu çareyi de içinde taşıyor. “İyi de geri kalan zamanda sen ne yapıyorsun?”
Yedi renkli çarkın hızla döndürülünce beyaz görünmesi gibi süratlenmek, detayları düzleştirip yaşamı tek renge doğru büküyor. O nedenle yavaşlamak gerek. Bütün yolculuklarda, yoldaşlıklarda doğanın sesini daha fazla dinlemek, renkleri görmek gerek…
Seçimler bitti ısınma devam ediyor…
8
22
04.06.2023
Biliyorum, seçim sonuçları, yorumları, eleştirileri, istifa çağrıları, havlu atmalar vs. futbol maçlarından sonra ekranda yapılan gevezelikler gibi bıktırdı hepimizi, bu nedenle süreci bir paragrafta kendimce özetleyip daha yaşamsal bulduğum konulardan söz etmeye çalışacağım.
Öncelikle sadece bir oy atarak her şeyin düzeleceğine inandırılan kitlelerin yılgınlığını üstlenmekten vazgeçmeli. Özellikle son 8 yıldır, operasyonların, baskının, işkencenin hukuksuzluğun hedef tahtasındaki HDP, Demirtaş ve Kürt halkı bu sürecin yenileni değil. Yıllardır direnişi sürdüren, oy vermeye günler kala bile operasyonlarla tutsak edilen bu halk her şeye rağmen üzerlerine düşeni sandığa taşıdı. Siyaseti bırakması gereken de Demirtaş değildir. Elbette hatalar yapılmıştır ve bunlar didik didik edilmelidir ama başlanılan yerden daha geride değiliz. İktidarını korumuş olsa da faşizm, en azından toplumun yarısının gözünde deşifre olmuştur. Onu yıkacak gücün sandıktan ibaret olmadığını önce kendimiz özümsemeli ve bunun gereği politikaları üretmeliydik. Eksikliğimiz bence buradadır…
Başından beri savunduğum, HDP’nin (ve ittifakın) yazılı olarak ifade ettiği 3. Yolu, pratikte de yaşama geçirip kendi adayını halkın önüne özgüvenle koyması gerekiyordu. Bu yapılabilseydi şimdi çok daha farklı bir zeminde konuşacaktık. Mücadeleyi, Millet İttifakın’a (CHP’ye) endekslemeden, (Demirtaş olamıyorsa) bir kadın aday etrafında sol-sosyalist gruplar ve aktif desteğini her zaman sunan Kürt Halkıyla buluşulabilseydi ne TİP ayrı listeyi dayatabilir ne de ittifaka sadece seçim için katılanların kaprisleriyle uğraşılırdı. İkinci turda da “kötünün iyisi” Kılıçdaroğlu yine desteklenebilir, Erdoğan’ı kazandırmış olmak gibi bir suçlanma riski........
© Gazete Karınca
visit website