Sol İttifak, 3. İttifak, kendi isimlendirmeleriyle “Emek ve Demokrasi ittifakı” coşkuyla yürüyüşüne başladı. Süslü, ağdalı sol lafazanlıklardan, ülkedeki siyaseti sarmalayan riyakarlıktan uzak, samimi konuşmalar yaptı parti liderleri. Hemen hepsinin, EMEP Başkanı Ercüment Akdeniz’in sözlerinde tanımladığı “gri bölgede” duranlara yönelik çağrıları oldu. Belki de her konuşmayı, “bu ittifaka katılmayan solcu arkadaşlarım duysa keşke” diye düşünerek dinlediğim için ben öyle anlamak niyetindeydim…
“Ne Tek adam rejimi ne restorasyoncu hükümet” diyen Akdeniz’in tanımıyla “Millet İttifakı ile Emek ve Demokrasi İttifakı arasındaki gri bölgede” duranlara, emperyalizmden söz edip ulusların kendi kaderini tayin hakkını, enternasyonalizmi unutanlara yapılan birlik çağrıları o kadar samimiydi ki bence gri diye anılacak bir bölge artık yok. Daha doğrusu, demokrasinin tümüyle askıya alındığı, tek başına bir diktatörün hükmüyle yönetilen bu ülkede yaşayan ve kendini “solcu-sosyalist” diye isimlendirenlerin böyle gri bir alanda durabilme olanağı yok.
Ülkeyi, günde 5 işçinin iş cinayetinde, 3 kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğü, asgari ücretin açlık sınırının 1390 TL altında olduğu bir ülke haline getiren bir diktatörlükten söz ediyoruz. Din eğitiminin zorunlu hale getirildiği, çocukların Kur’an kurslarında vakıf yurtlarında taciz edildiği, tecavüze uğradığı bir ülkede, İslamcı çeteleri kanatları altına alıp örgütleyerek saldırılarda kullanan, katliamlar yaptıran bir “cumhuriyette” bırakın solculuğu, sadece laik olan birinin duracağı gri bir alan yok
İşsizliğin, yoksulluğun tavan yaptığı, tarımın çökertildiği, ormanlarının, zeytinliklerinin madenci tekellere peşkeş çekildiği, ekonominin dibe vurduğu bir ülkede yaşıyoruz. Buna rağmen savaş makinaları, silahlar ürettiğiyle övünen, bunları komşu ülke halklarına karşı pervasızca kullanan, reklam yapıp satan emperyalist süper güçler arasında zikzaklar yaparak kendine yer açmaya çalışan bir devletten söz ediyoruz. Ve üstelik iktidarın bu kabadayı dilinin doğal sonucu olarak komşumuz Yunanistan’la savaşı kapımıza dayadığı bir dönemdeyiz.
Her türlü farklılığı derinleştirip, yanına çektikleri dışındakileri ötekileştiren, Kürt emekçilere yönelik linçler organize eden, kolluk güçlerinin işlediği cinayetlere cezasızlık koruması getiren, hukukun iktidarın sopası haline geldiği, siyasi tutsak sayısının on binleri bulduğu, işkencenin her geçen gün arttığı, zindanlardan cenazelerin çıktığı bu ülkede, bu zulüm kendine değmiyor diye hangi “solcu” aralarda bir yer bulup başını yastığa koyabilir?
Çıkartacağı yeni çatışmalar, iç kargaşalar, savaşlarla yaklaşan seçimleri bile iptal etme fikri zaman zaman açığa vuran, bunun için örgütleyip beslediği silahlı İslamcı grupları saklama gereği dahi duymayan, yapılsa da seçim güvenliğinin kuşkulu olacağı bir ülkede kimsenin “benim sadece bir oyum var!” deme lüksü de olamaz. Dün yapılan İtalya seçimlerinde birleşip, kitlelere bir umut olamayan solun karşısında aşırı sağın, faşizmin tek başına iktidar olması sosyalistlere son ders olmalı.
Hiçbir şey için geç değil. “Öyle kıyısından köşesinden olmaz, gelin birlikte örgütleyelim” diyorlar. Ve “tek bir başak tanesini bile yalnız bırakmayacak” kucaklayıcılıkla hayallerini gerçekleştirmeye kararlılar. Bu nedenle kendini solda, sosyalist olarak görenlerin ise Emek, Demokrasi, Barış talebiyle bir araya gelmiş insanların sadece seçimle sınırlı olmayan birlikte mücadele çağrısına kayıtsız kalması ağır bir sorumluluktur. TİP Başkanı Erkan Baş’ın Edirne, Silivri, Bakırköy, Sincan, Şakran zindanlarından tutsak arkadaşlarımızı almaya gidişin ardından, buralara tekrar halk düşmanlarının yargılanmalarını izlemeye, hesap sormaya gitme hayalini gerçekleştirmek için ter dökmeye, mücadeleye değmez mi?
EHP Başkanı Özge Akman’ın sözüyle noktalayalım:
Seni başkanlıktan göndereceğiz, bu defa davamız divana kalmayacak…
Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen Gazete Karınca’da yazıları yayımlanmakta.
Artık gri bölgede durmak mümkün değil!
Sol İttifak, 3. İttifak, kendi isimlendirmeleriyle “Emek ve Demokrasi ittifakı” coşkuyla yürüyüşüne başladı. Süslü, ağdalı sol lafazanlıklardan, ülkedeki siyaseti sarmalayan riyakarlıktan uzak, samimi konuşmalar yaptı parti liderleri. Hemen hepsinin, EMEP Başkanı Ercüment Akdeniz’in sözlerinde tanımladığı “gri bölgede” duranlara yönelik çağrıları oldu. Belki de her konuşmayı, “bu ittifaka katılmayan solcu arkadaşlarım duysa keşke” diye düşünerek dinlediğim için ben öyle anlamak niyetindeydim…
“Ne Tek adam rejimi ne restorasyoncu hükümet” diyen Akdeniz’in tanımıyla “Millet İttifakı ile Emek ve Demokrasi İttifakı arasındaki gri bölgede” duranlara, emperyalizmden söz edip ulusların kendi kaderini tayin hakkını, enternasyonalizmi unutanlara yapılan birlik çağrıları o kadar samimiydi ki bence gri diye anılacak bir bölge artık yok. Daha doğrusu, demokrasinin tümüyle askıya alındığı, tek başına bir diktatörün hükmüyle yönetilen bu ülkede yaşayan ve kendini “solcu-sosyalist” diye isimlendirenlerin böyle gri bir alanda durabilme olanağı yok.
Ülkeyi, günde 5 işçinin iş cinayetinde, 3 kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğü, asgari ücretin açlık sınırının 1390 TL altında olduğu bir ülke haline getiren bir diktatörlükten söz ediyoruz. Din eğitiminin zorunlu hale getirildiği, çocukların Kur’an kurslarında vakıf yurtlarında taciz edildiği, tecavüze uğradığı bir ülkede, İslamcı çeteleri kanatları altına alıp örgütleyerek saldırılarda kullanan, katliamlar yaptıran bir........
© Gazete Karınca
visit website