Çokça ve değişik kesimlerce tartışılan, inandırıcılığına dair somut hiçbir kanıtın bulunamadığı Taksim’deki hazin bombalama olayı ile ilgili basında yer alan haberler olayın herhangi bir Kürt yapısıyla ilişkisi olmadığını ortaya koyarken, bunun Rojava’ya karşı topyekûn bir savaş gerekçesine dönüşmüş olması akıl sınırlarını zorlayan bir olgu olarak önümüzde durmaktadır. Sahte bir gerçeklik algısı üzerine kurgulanmış böylesi kirli bir düzenek herhalde ancak Kürt düşmanlığının bir dışavurumu olarak nitelendirilebilir.

Askeri operasyon yapacak koşulları oluşturmak üzere hazırlanmış gibi görünen bu son olayın sonuçlarının çok da istenildiği gibi olmayacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. İktidarın evvelden bu yana genel stratejileri göz önüne alındığında bu ve buna benzer taktiksel manevralara başvurabileceği hep varsayılıyordu. Siyasal rejim her zaman sorunları nihayete erdirmektense siyasetini yapmayı daha iyi bir yatırım projesi olarak gördü. Bu siyasetin sonunda gelinen nokta ise lafı havada kalan ve ciddiyeti tartışmaya açık bir iktidardır.

Kürt karşıtlığı ve inkârı üzerinden inşa edilen ve siyaset kurumu ve devlet aklı tarafından eşgüdümlü yürütülen mevcut güvenlikçi konsept, Kürt hareketinin bölgede ve ülke içinde ivme kazanmasıyla, Türkiye ve İran başta olmak üzere bölgedeki etkin güçleri önlemler almaya ve Rojava etrafında ortaya çıkan yeni toplumsal paradigmanın önüne geçmeye yönelik faaliyetler yapmaya götürmektedir. Rojava’nın siyasi ve askeri olarak genişlemesi ve güçlenmesinin fiili askeri müdahalelerle ya da uluslararası gizli diplomatik faaliyetlerle engellenmeye çalışılmasının ana sebebi de budur. Ancak, siyasal rejim her ne kadar son askeri operasyon bağlamında muhalefetin kimi kesimlerinden bir destek almış gibi görünse de zaman geçtikçe hem muhalefetten hem de toplumun geri kalanından destek almaları zorlaşacaktır. Bu da daha çok fevri davranmalarına, hata yapmalarına, norm dışına çıkmalarına ve meşruiyeti kaybetmelerine neden olacak bir süreci başlatacaktır.

Tüm bunlara bağlı olarak Rojava operasyonu da mevcut çoklu krizi daha da derinleştirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Çünkü uzun bir süredir politik menfaatlerine ve iktisadi çıkarlarına dayanak yaptıkları “beka” argümanlarının artık gerçekçi bir “toplumsal endişe” üretemediğini kendileri de deneyimlediler. Başka bir ifadeyle hem içeride hem de dışarıda ciddi bir “meşruiyet krizi” yaşayan iktidar El Bab, Efrin, Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinin yapıldığı dönemde bile beklediğinden daha düşük bir toplumsal destek almıştır. Dolaysıyla Rojava’ya karşı yapılan bu son operasyonlar da ancak kurgulanmış düzeyde bir destek alacaktır. Yıkım dışında kalıcı bir etkisi olmayacağı gibi toplumsal bir motivasyon da üretemeyecektir. Ayrıca Kobani özgünlüğünde Rojava’ya karşı başlatılan bu yeni saldırı dalgası Kürtlerin duygusal kopuşunu da yeniden gündeme getirecektir.

İç politikada ise HDP’nin tüm baskılara rağmen direncini koruması, kilit bir konuma evirilmesi, dahası kurucu bir role hazırlanıyor olması, AKP’nin birçok oyununu bozabilecek bir hakikattir. CHP’nin ise cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeni bir inşadan bahsetmesi ve Kürt meselesine yönelik çözüm söylemleri AKP’nin işini daha da zorlaştıracaktır. Özellikle CHP gibi bir siyasal yapının operasyona beklenen düzeyde destek çıkmamasının barışa yönelik bir kamusal motivasyon yarattığını söylemek mümkündür.

Tüm bunların yanı sıra siyasal iktidarın iktisadi olarak artık eskisi gibi rahat olmadığını, işsizlik ve yoksulluğun büyük bir sorun haline geldiğini ve mevcut yönetsel cihazlarla çözüm üretmekte zorlandığını görüyoruz. Ekonomik kriz büyürken iktidarın rasyonel hiçbir gerekçesi olmayan askeri operasyonlara ek harcamalar yapması toplumu sadece daha da derin bir yoksullukla baş başa bırakacaktır. Bu sebeplerle Rojava’ya karşı başlatılan bu operasyon dalgasının politik bir yatırıma dönüşmeme ihtimali oldukça yüksektir.

Buradan bakıldığında iktidar bölgeselleşen Kürt meselesinin karşısına bölgesel Kürt düşmanlığını koyarak eş zamanlı olarak içeride milliyetçi cepheyi konsolide etmeyi; dış politikada ise savaş sanayisiyle pazarını genişletmeyi hedeflemektedir. Bir yönüyle de Suriye sahası Yeşil İslam’ın temsilcisi konumunda olan AKP’nin ve radikal dinciliğin son kalesidir ve AKP, Suriye savaşını da aslında bir “beka meselesi” olarak görmektedir bu nedenle de savaşın en büyük kaybedeni olmasına rağmen inatla sahada kalma ısrarını sürdürmektedir. Hâlbuki küçük bir Kıbrıs ya da küçük bir İslam devleti hayalinin büyük oranda çöktüğünü şimdiden öngörmek mümkündür.

Savaş politikasının yarattığı siyasi sonuçlar içerisinde birkaç temel gerçek bulunmaktadır. İlki iktidarın gündelik hatta saatlik taktikler dışında tutunabileceği herhangi bir stratejinin kalmamasıdır, diğeriyse artık dış politikada istediğini alamayınca “güvenlik” odaklı siyasetin içeride oya dönüşemediği gerçeğidir. İktidarın irrasyonel tepkileriyle daha da büyüyen gerilimlerin, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı daha da derinleştireceği görülmektedir.

Türkiye kendi Kürt meselesindeki çözümsüzlüğü siyasal rejimin eliyle önce Suriye’ye, şimdi de tüm Kürdistan’a taşımaktadır. Ankara’nın AKP şahsında Kürtlere tüm kapıları kapatmasının gelecek açısından ciddi kırılmalara ve kopmalara kapı aralayacağı barizdir. Hem bölgesel hem de uluslararası ilişkilerde Kürtlerle stratejik ortaklık mı kurulacak yoksa düşmanlık mı yapılacak? Yeni iktidarın veya Ankara’nın, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu soruya iyice kafa yorması gerekmektedir. Bu soruya kafa yorarken de Rojava’ya karşı başlatılan bu haksız askeri operasyonun bir an evvel durdurulması için sesini yükseltmesi gerekir.

Dr. Azad Barış, sosyolog, akademisyen, yazar, aktivist ve Spectrum House Araştırma ve Düşünce Kuruluşu Genel Direktörü. Lisans ve yüksek lisans derecelerini Hamburg Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden, doktora derecesini ise felsefe alanında Leuphana ve Ruhr Üniversitesi’nden almıştır. Leuphana Üniversitesi’nde Kültürlerarası İletişim ve Uygulamalı Kültürel Çalışmalar alanında öğretim görevlisi olarak görev yapmıştır. 1998’den beri Êzidîler başta olmak üzere azınlıklarla ilgili birçok projede yer almıştır. Avrupa içi entegrasyonu, neoliberalizm ve sosyalizasyon teorileri başta olmak üzere sosyal bilimler alanında çalışmalar yapmaktadır. Ayrıca azınlıklarla ilgili kültürel antropolojik ve inanç kökenleri üzerine birçok çalışması bulunmaktadır. Bugüne kadar uluslararası birçok gazete ve dergide makale ve yazıları yayınlanmıştır. Kuruluşlarından itibaren Yeni Yaşam Gazetesi’ne ve Gazete Karınca’ya yazılar yazmaktadır.

QOSHE - Quo Vadis Türkiye? - Azad Barış Kimdir?
menu_open
Columnists . News Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Quo Vadis Türkiye?

5 6 13
25.11.2022

Çokça ve değişik kesimlerce tartışılan, inandırıcılığına dair somut hiçbir kanıtın bulunamadığı Taksim’deki hazin bombalama olayı ile ilgili basında yer alan haberler olayın herhangi bir Kürt yapısıyla ilişkisi olmadığını ortaya koyarken, bunun Rojava’ya karşı topyekûn bir savaş gerekçesine dönüşmüş olması akıl sınırlarını zorlayan bir olgu olarak önümüzde durmaktadır. Sahte bir gerçeklik algısı üzerine kurgulanmış böylesi kirli bir düzenek herhalde ancak Kürt düşmanlığının bir dışavurumu olarak nitelendirilebilir.

Askeri operasyon yapacak koşulları oluşturmak üzere hazırlanmış gibi görünen bu son olayın sonuçlarının çok da istenildiği gibi olmayacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. İktidarın evvelden bu yana genel stratejileri göz önüne alındığında bu ve buna benzer taktiksel manevralara başvurabileceği hep varsayılıyordu. Siyasal rejim her zaman sorunları nihayete erdirmektense siyasetini yapmayı daha iyi bir yatırım projesi olarak gördü. Bu siyasetin sonunda gelinen nokta ise lafı havada kalan ve ciddiyeti tartışmaya açık bir iktidardır.

Kürt karşıtlığı ve inkârı üzerinden inşa edilen ve siyaset kurumu ve devlet aklı tarafından eşgüdümlü yürütülen mevcut güvenlikçi konsept, Kürt hareketinin bölgede ve ülke içinde ivme kazanmasıyla, Türkiye ve İran başta olmak üzere bölgedeki etkin güçleri önlemler almaya ve Rojava etrafında ortaya çıkan yeni toplumsal paradigmanın önüne geçmeye yönelik faaliyetler yapmaya götürmektedir. Rojava’nın siyasi ve askeri olarak genişlemesi ve güçlenmesinin fiili askeri müdahalelerle ya da uluslararası gizli diplomatik faaliyetlerle engellenmeye çalışılmasının ana sebebi de budur. Ancak, siyasal rejim her ne kadar son askeri operasyon bağlamında muhalefetin kimi kesimlerinden bir destek almış gibi görünse de zaman geçtikçe hem muhalefetten hem de toplumun geri kalanından destek almaları zorlaşacaktır. Bu da daha çok fevri davranmalarına, hata yapmalarına, norm dışına çıkmalarına ve meşruiyeti kaybetmelerine neden olacak bir süreci başlatacaktır.

Tüm bunlara bağlı olarak Rojava operasyonu da mevcut çoklu krizi daha da derinleştirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Çünkü uzun bir süredir politik menfaatlerine ve iktisadi çıkarlarına dayanak........

© Gazete Karınca


Get it on Google Play