İran’da başlayan halkların isyanı üçüncü ayını doldurmak üzere. Hem rejim açısından hem de isyana katılan halklar açısından geri dönülmez noktaya çoktan gelindi. Başından beri merak edilen iki husus vardı. Birincisi, isyanın daha önce yaşanan ayaklanmalar gibi kısa sürede sönümlenip sönümlenmeyeceğiydi.
İkincisi ise rejimin nasıl bir tepki vereceği hususuydu. İsyanın daha öncekilere benzemeyeceği anlaşılalı epey oldu. İstikrar kazanan, yaygınlaşan, toplumun her kesimini kapsayan bir nitelik kazandı. Otoriter rejimler için toplumun korkutulup sindirilmesi önemli bir eşiktir. Aynı şekilde toplumlar açısından da bu eşiğin aşılması yeni bir durumu ifade eder. Yüzlerce kişi katledilmesine rağmen isyan ivmesinden bir şey kaybetmedi. Yani rejimi koruyan ve halkı engelleyen ‘korku eşiği’ aşıldı. İsyanın geri dönülmezliğini sağlayan temel husus da budur.
İkincisine gelecek olursak; rejim ilk başta isyanın ivme kaybetmesi ve sönümlenmesi için çok fazla şiddet araçlarına başvurmadı. İsyanı soğutma ve kontrol altına alma stratejisini uyguladı. Ancak isyanın dayandığı toplumsal, ekonomik, kültürel ve sosyolojik arka plan ve bunun yarattığı öfke düzeyi rejimin istediği sonucun açığa çıkmasına mani oldu. Dolayısıyla rejim yeni bir tercih yapma gereğiyle yüz yüze kaldı. İrşad Devriyeleri’nin (Ahlak Polisi) mekanizmasının lağvedilmesine dönük tartışmalar önemliydi. Rejimin büyüyen isyan karşısında nasıl davranacağına dönük önemli bir işaretti. Elbette isyanın taleplerini karşılamaya yetecek bir adım değil. Zira İran’da rejimin tüm kolluk güçleri bu vazifeyi icra etme üzerine şekillendirilmiştir.
İrşad Devriyeleri’nin lağvı aynı zamanda rejimin niyeti için de bir turnusol kağıdı görevini görecekti. Yani, “Rejim esneyecek mi yoksa kırılacak mı?” sorusunun cevabı olacaktı. Otoriter rejimlerde halkın taleplerine karşılık verme “yenilgi” sayıldığından bu adımın gelmesi kısmi de olsa olumu bir gelişmeydi. Elbette devamının gelmesine bağlı olarak. Devamının gelip gelmeyeceği ise oldukça şüpheli. Bu biraz da isyana karşı rejim içi ayrışmaya bağlıdır. Kapalı devre çalışan rejim önemli oranda homojen bir yapı olmakla birlikte halk isyanının geldiği düzeyin farklı yaklaşımları zorlaması mümkün. İsyanın büyüyerek sürmesi rejim içi çatlakları da büyütebilir. Bunu önümüzdeki dönemde daha net göreceğiz.
İrşad Devriyesi’nin lağvı sonrası atılan adımlara bakıldığında bu adımın halkların taleplerine olumlu yanıt verme, değişimin kapılarını açma ve çözüm bulma amacından ziyade biriken öfkeyi almaya ve isyana katılımı azaltmaya dönük olduğuna işaret ediyor.
Son bir haftadır halka dönük saldırıların şiddetinde artış var. Aynı zamanda yargı eliyle toplumu sindirme çabası yoğunlaştırıldı. İlk defa bir direnişçi idam edildi. Muhsin Şikari adlı genç İran Devrim Mahkemesi tarafından, “Allah’a karşı savaş açma” iddiasıyla katletti. Devrim Mahkemeleri’nin kararları Yüksek Mahkeme tarafından onaylanıyor. Normalde uzun bir süreç alıyor. Aynı iddiayla 15 direnişçiye daha idam cezası verildi.
Rejim yetkililerinin açıklamalarına bakıldığında idam yoluyla direnişçilerin katledilmesi süreci hızlandırılacaktır. Nitekim Yargı Erki Başkanı Gulam Huseyin Muhsini yeni infazların gerçekleşeceğini açıkladı. Bu da gösteriyor ki rejim tüm siyasal İslamcı iktidarlarda olduğu gibi şiddetle sonuç almayı deneyecek. İdamların, “Allah’a ve ülkeye karşı savaş açmak” iddiasına dayandırılması ise rejimin önümüzdeki dönemde katliam mottosunu oluşturacak. Siyasal İslamcıların karakterine uygun bir bahane. Dincilik ve milliyetçilik üzerinden halkların isyanını bastırmaya çalışırken, karakteri gereği bildiği tek yol olan şiddet ve korkuyla halklara deli gömleği giydirme dayatmasını sürdürecektir.
Rejimin Şikari’yi idam etmesine karşı 10 Aralık’ta İran genelinde protestolar gerçekleşti. Ülkenin tüm bölgelerinde büyük bir katılım oldu. Rejimin idam kartına karşı verilen cevap, isyanın geldiği noktadan geri dönüşün olmayacağını teyit etti. Katledilenlerin aileleri başta olmak üzere halkın gösterdiği refleks, idamların rejime karşı öfkenin dozunu arttırmaktan başka bir sonuç vermediğini gösterdi.
Halkların isyanı ve rejimin baskıları aynı minvalde yürümeyecektir. İdam kartının halkları özgürlük talebinden vazgeçireceği beklentisi rejimin ne kadar gerçekliklerden kopuk olduğunun işareti. Zira sokağa çıkan, isyana katılanların çoğu ölümü göze alarak çıkıyor. Şimdiye kadar yüzlercesi acımasızca katledildi. Ancak bir adım dahi geri atılmadı. Katletmenin idam ya da başka bir şiddet aracıyla gerçekleştirilmesinin sonucu değiştirmeyeceği açıktır. Rejimin bundan medet ummasının tek izahı siyasal İslamcı aklın şiddet dışında bir çözüm bilmemesidir. Rejim içi bir yarılma olmazsa ki bu düşük bir ihtimaldir, halklara dönük şiddetin artmasına paralel olarak halkın içinden çıkan örgütlü güçlerin etki tepki diyalektiği gereği şiddetle cevap vermesi kaçınılmazdır. Bu da İran’ın iç savaş riskiyle karşı karşıya olduğu anlamına gelir.
Siyasal İslamcıların temel karakterlerinden biri de iç sıkışmayı aşmak için dışarıya dikkat çekmektir. AKP-MHP rejiminin yaptığı gibi İran da isyanın başında, “dış düşman” edebiyatına sarıldı. Kürtlere karşı saldırıları yoğunlaştırarak ABD-İsrail kartına oynadı. Ancak dört nedenden dolayı, “dış güçler” edebiyatından sonuç alamadı.
Birincisi ve en önemlisi İran halklarının bu edebiyata itibar etmedi. İkincisi, ABD ve müttefiklerinin daha önceki süreçlerden ders alarak rejime malzeme veren açıklamalardan uzak durdu. Üçüncüsü, rejimin halkların isyanına karşı içerde daha fazla kolluk gücüne ihtiyacı var. Dördüncüsü ise, içinde bulunduğu derin ekonomik krizin yeni bir savaşı kaldırmaz.
İşin özetiyse siyasal İslamcı zihniyet içine girdiği çıkmazı yeni katliamlarla aşmaya çalışıyor. Yönettiği, nüfuz ettiği her coğrafyayı çoraklaştırarak savaş alanı haline getiriyor. Şimdiye kadar istisna sayılabilecek bir örneği olmadı. Mısır, Libya, Tunus, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan… Listeye, iktidarda ya da muhalefette olsun siyasal İslamcılığın olduğu tüm coğrafyalar eklenebilir. En başarılı örneği sayılan AKP’nin Türkiye’yi getirdiği durum ortada. Sürekli “dış düşman” ve “beka meselesi” edebiyatıyla savaş üzerinden ayakta kalmaya çalışıyor. Orta Doğu halklarının başına bela olan bu zihniyet; çözüm üreten özgür düşünceye düşman olduğu için insanlık tarihinin en iptidai sorun çözme yöntemi olan şiddet dışında bir yöntemi ne biliyor ne de öğrenmeye yanaşıyor.
Bu dinci, milliyetçi, gerici sağ siyasetten kurtulmadıkça halkların barışa ve refaha ulaşması imkansızdır. Bu nedenle daha fazla, “Jin Jiyan Azadi-Kadın Yaşam Özgürlük” diyerek ilerici insanlık mücadelesini büyütmekten başka çare yoktur. İran’da halkların üç aydır yaptığı tam da budur.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazetecilik, Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik mesleğine Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, siyaset, kültür ve dil üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da yazmaktadır.
Siyasal İslamcılığın çıkmazı ve İran
İran’da başlayan halkların isyanı üçüncü ayını doldurmak üzere. Hem rejim açısından hem de isyana katılan halklar açısından geri dönülmez noktaya çoktan gelindi. Başından beri merak edilen iki husus vardı. Birincisi, isyanın daha önce yaşanan ayaklanmalar gibi kısa sürede sönümlenip sönümlenmeyeceğiydi.
İkincisi ise rejimin nasıl bir tepki vereceği hususuydu. İsyanın daha öncekilere benzemeyeceği anlaşılalı epey oldu. İstikrar kazanan, yaygınlaşan, toplumun her kesimini kapsayan bir nitelik kazandı. Otoriter rejimler için toplumun korkutulup sindirilmesi önemli bir eşiktir. Aynı şekilde toplumlar açısından da bu eşiğin aşılması yeni bir durumu ifade eder. Yüzlerce kişi katledilmesine rağmen isyan ivmesinden bir şey kaybetmedi. Yani rejimi koruyan ve halkı engelleyen ‘korku eşiği’ aşıldı. İsyanın geri dönülmezliğini sağlayan temel husus da budur.
İkincisine gelecek olursak; rejim ilk başta isyanın ivme kaybetmesi ve sönümlenmesi için çok fazla şiddet araçlarına başvurmadı. İsyanı soğutma ve kontrol altına alma stratejisini uyguladı. Ancak isyanın dayandığı toplumsal, ekonomik, kültürel ve sosyolojik arka plan ve bunun yarattığı öfke düzeyi rejimin istediği sonucun açığa çıkmasına mani oldu. Dolayısıyla rejim yeni bir tercih yapma gereğiyle yüz yüze kaldı. İrşad Devriyeleri’nin (Ahlak Polisi) mekanizmasının lağvedilmesine dönük tartışmalar önemliydi. Rejimin büyüyen isyan karşısında nasıl davranacağına dönük önemli bir işaretti. Elbette isyanın taleplerini karşılamaya yetecek bir adım değil. Zira İran’da rejimin tüm kolluk güçleri bu vazifeyi icra etme üzerine şekillendirilmiştir.
İrşad Devriyeleri’nin lağvı aynı zamanda rejimin niyeti için de bir turnusol kağıdı görevini görecekti. Yani, “Rejim esneyecek mi yoksa kırılacak mı?” sorusunun cevabı olacaktı. Otoriter rejimlerde halkın taleplerine karşılık verme “yenilgi” sayıldığından bu adımın gelmesi kısmi de olsa olumu bir gelişmeydi. Elbette devamının gelmesine bağlı olarak. Devamının gelip gelmeyeceği ise oldukça şüpheli. Bu biraz da isyana karşı rejim içi ayrışmaya bağlıdır. Kapalı devre çalışan rejim önemli oranda homojen bir yapı olmakla birlikte halk isyanının geldiği düzeyin farklı yaklaşımları zorlaması mümkün. İsyanın büyüyerek sürmesi rejim içi çatlakları da büyütebilir. Bunu önümüzdeki dönemde daha net göreceğiz.
İrşad Devriyesi’nin lağvı sonrası atılan adımlara bakıldığında........
© Gazete Karınca
visit website