Son bir iki hafta içinde yaşanan gelişmeler Ortadoğu’da kaynayan kazanın artık kapak
tutmasının mümkün olmadığını tekrar teyit etti.
Bileşik kaplar misali bir bölgedeki en ufak gelişme, diğer bölgeleri de kısa sürede etkiliyor. Kürdistan meselesi karşısında ‘siyam ikizleri refleksi’ gösteren İran, Irak, Türkiye ve Suriye’nin bileşik kapları yeni dalgalarla sarsıldı. İran’da başlayan halk ayaklanması bir ayı geride bıraktı. Kitleselleşmede kısmi ivme kaybetse de halkın ısrarında bir gerileme yok. Aksine giderek ayakları daha fazla yere basan bir hal aldı.
Halklar rejimin baskı ve sindirme araçlarına tam karşıdan cephe aldı. Daha önceki halk
hareketliliğine bakılarak bu da geçer denilemez. Bu defa geçmez. Zaten daha önceki
ayaklanmalara dayanarak ve beslenerek gelişen bir isyan bu.
Unutulmamalı ki bu ayaklanma 43 yıldır iktidarda olan ve devletin, toplumun, ekonominin, askeriyenin her hücresini kendine göre şekillendiren bir rejime karşı gelişiyor. Rejimin kendini bundan daha fazla örgütlemesi mümkün değil. Bundan sonra olacak olan uzun süredir iflas eden rejimin daha hızlı baş aşağı gitmesidir. Kısa süreler için katılım ivmesi düşse de her yeni dalga bir öncekinde kat be kat fazla olacaktır.
İran rejiminin halk ayaklanması karşısında yalpalaması emperyal heveslerle yayıldığı bölgelerde
de kısa sürede yankısını buldu. İran, Federal Kürdistan Bölgesi’nde bulunan Kürt
partilerinin bina ve kamplarını vurdu. Aslında bu partiler zaten Barzani ailesinin İran ile anlaşmaları
sonucunda önemli oranda pasif hale getirilmiş ve mücadele etmekten alı konulmuş partiler.
Bir nevi silahsızlandırılmış vaziyetteler.
Rejim bu partileri vurmakla iki hedef güttü. Birincisi, halkın dikkatini buralara çekerek, halk ayaklanmasını dış mihraklara dayandıran politikalarına dayanak kazandırmak, ikincisi ise Barzani ailesinin YNK’li cumhurbaşkanına karşı direncini kırmak; Irak’ta zaman zaman kendisini hedef alan yeni bir halk isyanının önüne geçmekti.
Birincisinde başarılı olduğu söylenemez. Yine de Barzani ailesinin baskısıyla zaten pasifize edilen Kürt partilerinin, İran’da aslında olmayan hareketliliklerini durdurma deklarasyonu, İran rejimini rahatlattı, denilebilir. Ancak İran’ın ikinci hedefinde daha açık bir başarı kazandığı görülüyor.
KDP’nin havlu atmasıyla birlikte, Irak’ta daha önce Türkiye’nin desteklediği KDP, Sadr Hareketi ve
Sünni güçlerin oluşturduğu, ABD’nin de zımni destek verdiği Vatanı Kurtarma koalisyonu da
çöktü. Bir ara formülle YNK’li başka bir isim Latif Raşid, cumhurbaşkanlığına seçildi. Böylece
bir yıla yaklaşan seçimlerin ardından bir cumhurbaşkanı çıkarılabildi. İran’ın koordine ettiği ‘Koordinasyon Çerçevesi Koalisyonu’nun başbakan adayı olarak anılan Muhammed Şiya Sudani’ye hükümeti kurma görevini vermesi bekleniyor.
Tahran şimdilik avantajı eline geçirdi. Kürtler ise Barzani ailesinin tekçi anlayışı nedeniyle iyi bir sınav veremedi. Her ne kadar YNK’li Abdullatif Raşid cumhurbaşkanı olsa da, Irak’ın federal devlet olmasından beri teammül haline gelen Kürtlerin cumhurbaşkanını seçme hakkında ciddi bir aşınma yaşandı.
Seçim sonrası 1 yıldır yaşanan belirsizlik şimdilik ortadan kalktı. Bir çok elin içinde olduğu Irak’ta hükümetler zor kurulduğu kadar kolay yıkılıyor. Koordinasyon Çerçevesi’nin meclisteki niceliğine bakıldığında, daha seçilirken bile meşruiyet sorunuyla karşı karşı olduğu aşikar. Kevgire dönen Irak’ta herhangi bir hükümetin istikrarı sağlaması ülkenin sorunlarını çözebilmesi ve istikrarı sağlaması pek mümkün görünmüyor. Ve anlaşılan Koordinasyon Çerçevesi hükümeti de uzun ömürlü olmayacak. ABD şimdiye kadar rengini çok belli etmese de mevcut tablodan çok memnun olduğu söylenemez. Şimdilik destekçilerini sessize alan Sadr hareketinin ise kısa bir süre bekledikten sonra hükümetin en ufak yanlışında tekrar sahne alması yüksek ihtimaldir.
İran’daki gelişmelere bağlı olarak hareketlenen diğer bir saha ise kuşkusuz Suriye oldu. Yaz
aylarında yapılan Tahran ve Astana zirvelerinde Suriye’ye dönük operasyon arzuları
törpülenen Erdoğan, Rusya’nın Ukrayna’da yaşadığı hezimeti, İran rejiminin ise halk
ayaklanmaları karşısında yaşadığı sıkışmayı fırsata çevirmenin peşinde. Normalde Putin ve
Reisi, Astana ve Tahran zirvelerinde Erdoğan’ın önüne çeteler vasıtasıyla kontrol ettiği
bölgeleri Esad Rejimin’e devretmeyi koydu.
Erdoğan istemese de başka çaresi olmadığından kabul etmek zorunda kaldı. Nitekim sonrasında Esad ile görüşmenin alt yapısını sağlamak için önce fikir teatileri, ardından beyin jimnastiğine başladı. Bir hafta önce, “Yeri geldiğinde” Esad’la görüşeceğini açıklayan Erdoğan şimdi ise radikal El Nusra çetelerini Afrin ve diğer bölgelere taşıdı. Rusya ve İran’dan şimdiye kadar resmi bir tepki gelmedi. ABD’den ise El Nusra’ya (aslında Türkiye’ye) derhal Afrin’i terk etme çağrısı yaptı.
Rusya ve İran’dan ciddi tepki gelmemesinin sebebi ise kimi manevralar yapsa da
Erdoğan’ın esasında bu adımları elindeki bölgeleri pey der pey Esad rejimine devretme planı kapsamında atmış olmasıdır. Takip eden için plan da gayet basit. Türkiye’nin ÖSO çetelerine güvenlik taahhüdü var. Ancak şimdiye kadar hep korumuş olsa da El Nusra’ya güvenlik taahhüdü yok. Afrin ve diğer bölgeleri kademeli biçimde El Nusra’ya devrederek de kontrol ettiği çeteleri bir cepte toplayacak. Ardından da bu çetelere Türkiye’de barınma hakkı, Suriye’de de af çıkarılması sağlanacak.
Ama esas olarak da çatışma hatlarına çekilen El Nusra çeteleri Kürtlerle savaştırılacak, baskı altına alınan Kürtler Esad rejimine mecbur edilmeye çalışılacak. Bu amaç hasıl olduktan sonra El
Nusra’ya yönelik imha sürecinin başlatılacaktır.
Rusya ve İran’ın sessiz kalmasının altında yatan neden, Erdoğan ile bu anlaşmalarına olan güvenleridir. Ancak her iki ülke de, Erdoğan’a güven bakımından tedbiri elden bırakmayacaktır. Rusya’nın Türkiye’ye bağlı ÖSO grupları ile El Nusra’ya yönelik zaman zaman gerçekleşen hava harekatları da bundandır.
İki tarafın da asıl amacı çete gruplarını Kürtlere karşı kullanmak ve güçten düşürdükten sonra da bertaraf etmek. Senaryonun önünde iki engel var. Birincisi Kürtlerin oluşturdukları Özerk Yönetim ve direnme kapasitesi; diğeri ise ABD’nin sahadaki varlığı. ABD’yi burada tutan esas gaye de İsrail’in güvenlik kaygıları ve Rusya’nın bölgede esas güç haline gelmesi.
ABD’nin El Nusra’nın Afrin’e taşınmasına yönelik tepkisi de, Türkiye’nin bu hamleyle bölgeyi dolaylı yoldan rejime teslim etme sürecini hızlandırarak Rusya-İran’a alan açması ve aynı zamanda ortağı SDG’ye karşı bir yıpratma savaşının hazırlığını yapmasıdır.
Washington’un tepkisi üzerine Türkiye göstermelik olarak bazı El Nusra konvoylarının
Afrin’den çekildiği görüntüleri yayınlayarak ABD’ye de göz kırpmaya çalıştı. Ancak kimsenin
bu şark kurnazlığını yemediği açık. ABD’nin tepkisinin yine de kısmen Erdoğan’ın işine geldiği de söylenebilir. Zira her ne kadar Neo Osmanlıcılık hayalleri berhava olsa da Kürt coğrafyasını işgal arzusu bakidir ve bu meyanda ABD’nin tepkisi de Rusya ve İran’ı dengelemek için kullanılmaktadır.
Nihayetinde tüm bu siyasi kurnazlıkların altındaki Kürt halkına duyulan derin düşmanlık sebebiyle hangi güç Kürtlere karşı destek verse, Erdoğan o tarafı tercih edecektir. Bu sadece Suriye konusu için değil, Kürtlerin söz konusu olduğu tüm denklemler için geçerlidir. Milliyetçilikle bezenmiş siyasal İslamcılığın zihniyet kodları gereğidir. Ortadoğu sathına yayılmış Kürt halkının Jin Jiyan Azadi (Kadın Yaşam Özgürlük) sloganında somutlaşmış özgür yaşam felsefesinin yok edilmesi Arap, Fars ve Türk siyasal İslamcılığı için varlık ile yokluk meselesidir.
Erdoğan’ın Kürt halkını kastettiği, “PKK’nin 5 tane, 10 tane, 15 tane var” cümlesinin, siyasal
İslamcılığın Kürt ezberini açık ettiği de söylenebilir. Öyle dil sürçmesi ya da kavram-
kelime karmaşası değil, Siyasal İslamcılığın zihniyet kodlarının en rafine haliyle ortaya
dökülmesidir. O sözün pratikteki karşılığı o çocukların hayat bulmasına, hayatta kalmasına karşı tedbir almaktır.
Kürtlerin herhangi bir aşı kampanyasında bile gösterdiği “kısırlaştırılıyoruz” tepkisinin ne kadar
yerinde bir kaygı olduğunun en somut kanıtıdır bu sözler. Zira resmi ideolojinin varlıklarına
karşı her türlü kimyasal ve biyoloji silahı kullanacağını Dersim’de, Zilan’da, Serdeşt’te
Halepçe’de, Zap’ta yaşayarak öğrenmiştir.
Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söylemiş sanki ve Kürde kin, öfke ve düşmanlık ifşa edilmiş.
Burada muhalefetin ve sözüm ona demokratların tepkisi ise tabiri caizdir ki, Erdoğan’ın sözünden beter. Büyük çoğunluğun tepkisi bu sözlerin bir soykırım güzellemesi olmasına karşı değil; tepkileri Kürtlerin PKK ile özdeşleştirilmesinedir. Yani aslında Kürt düşmanlığında bir yarıştır söz konusu olan ve Kürtlere düşmanlıkta bir yöntem farklılığı vardır sadece.
Bu sözler aynı zamanda Afrin’deki devir teslimin ne anlama geldiği ve neyin hazırlığının yapıldığına da işaret eder. Çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeği ayırt etmeksizin azaltmak; yaşamalarına, çoğalmalarına izin vermemek anlamına gelir. Kürtlerle doğrudan yapılamayan savaşı, cephe hatlarına yerleştirilen çeteler, gözden çıkarılan radikal dinciler eliyle yapmaktır aynı zamanda.
Bu bakımdan Kürt halkı Ortadoğu gericiliğinin hedefindedir elbette. İlerici bölge halklarıyla
daha fazla kenetlenmeli, mücadele etmeli ve insanlığa karşı suç işlemeyi maharet sanan bu
zihniyetten bir an önce kurtulmalıdır. Bunun için daha fazla Jin Jiyan Azadi ile halkların birleşik mücadelesi ve dayanışması güçlendirilmelidir.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazetecilik, Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik mesleğine Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, siyaset, kültür ve dil üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da yazmaktadır.