HÜZÜN ŞAİRİ AKİF’İ TANIMAK

“Büyük insanlar kendileri için değil milletleri için yaşarlar.” Böyle başlıyordu; Sezai Karakoç’un “Mehmed Akif” adlı kitabı. Kendini “Millet”e, “Millet”in kurtuluşuna adamış bir şairdir Akif, evet kurtuluş şairidir, evet İstiklal şairidir, evet bir hareket şairidir, evet kimsenin olmadığı zamanda Anadolu’yu gezerek ümidini yitirmiş kitleleri ayağa kaldıran bir umut şairidir Akif… Bunların hepsi doğru ama bir yönü var ki bilinmediği takdirde Akif’i tanımış olamazsınız dahası Akif’i görmezlikten gelmiş, yok saymış olursunuz. Evet, hepsinin üstüne, bilinen tüm yönlerinin üstüne bir hüzün şairidir Mehmet Akif ERSOY…

“Coğrafya kaderdir” denilir ya, sadece coğrafya mı, tarih te bir kader değil midir? Tarih bir tiyatro sahnesi sadece oyuncular değişiyor. Bu anlamda dün yaşananlar birçok yönüyle bugünün bir farklı yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bundan yüzyıl önce İstiklal Şairimiz Akif’in hayatı, mücadelesi ve yazdıkları bugün yaşamış olduğumuzu süreci anlamak açısından hayati önem taşıyor.

27 Aralık 1936 yılında vefat eden İstiklal Marşı şairimiz için birçok program yapılıyor, birçok yönüyle anıyoruz. Peki, alışılagelmiş resmi toplantılar ya da Akif’in Hüznünü görmeyen programlar ile büyük şaire karşı görevimizi yerine getirmiş olacak mıyız? Akif’i ne kadar tanıyoruz? Akif denilince yarım yamalak bir biyografi, Safahat’ından bir iki şiir onu hakikaten anlamamıza yol açar mı? İstiklal Marşı ve birkaç destan şiirinin dışında millet olarak ne kadar biliyoruz? Üzerinde durulması gereken konular var Akif’le ilgili. Akif’in esasında bir hüzün şairi olduğunu, bir yalnız adam olduğunu, hayatının 11 yılını uğruna istiklal marşı yazdığı vatanından ayrı geçirdiğini, fakirlik içinde geçirilen bir ömür yaşadığını, oğlu emin Ersoy’un hüzünlü hikâyesinin sonunda bir kamyon karoserinin içinde ölü bulunduğunu bilmeden anlayamayız Akif’i. Tarihle yüzleşmek adına bunları bilmek durumundayız. Bu vatanın kendi evlatlarının kıymetini bilmesi adına gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Bu yüzden Hicran Şairi Akif’i tanımalıyız. Onu hakkıyla tanımak Safahat’ını anlamakla gerçekleşecektir. Safahat’ın ara sokaklarında bir yolculuğa çıkarak aslında bilinen ancak tanınmayan Akif’le tanışabileceğiz. Akif’i anlayabileceğiz. Buyurun o zaman Akif’i tanımak ve de anlamak için Safahat’ın ara sokaklarında birlikte bir yürüyüşe çıkalım ve Hüzün Şairi Akif’in şiirlerini hangi bağlamda, hangi ruh halinde yazdığını anlamaya çalışalım.

Safahat’a başlarken bütün eserlerinin, şiirlerinin; aczinin gözyaşları olduğunu belirtecektir.

Şi'r için gözyaşı derler, onu bilmem, yalınız,
Aczimin giryesidir bence bütün asarım!
Ağlarım,ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!

Bir Arnavut’tur Akif. Balkanlarda kendi milleti dâhil bağımsızlık hareketleri başladığında; ta o günden balkanların bu halinin ileride de facialar getireceğini görmüştür. Balkanların kopuşunu gören, gördüğü facialar karşısında çılgına dönen Akif; 1913 yılında bir duygu patlaması olan “Tükürün” şiirini yazacaktır. Bir mesuliyet adamıdır Akif; öylesine bir mesuliyet duygusudur ki; giden balkanların ardından kendisini suçlayacaktır. Ayrılıkları, kopuşları millete darbe olarak görecektir. Milletin kopuşuna hayıflanacaktır.

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün Maskeli vicdanına asrın, tükürün!

Kurtuluş savaşı arifesidir, Milletin destan yazacak ruha ihtiyacı vardır. Akif’in söyleyecek sözü vardır. Anadolu’dadır, Kastamonu’da Nasrullah Camisindedir, Balıkesir’dedir… Kâh vaizdir cami kürsüsünde, kâh elinde “Sırât-ı Müstakîm” dergisi ile bir ruh aşılamaktadır halka. Kurtuluş ruhu. Destan şiiri tam bu demde dile gelmektedir.

O ne........

© Gazete İpekyol