Fransız yazar ve filozof Albert Camus ne kadar doğru söylemiş:
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.”
Sanki Türkiye'yi tarif etmiş adeta Camus. Baksanıza hiç bitmiyor bu ülkede toplu ölümler.
Hızlı tren kazaları, işyeri yangınları, trafik kazaları, açıkta bırakılan elektrik telleri yüzünden çarpılarak ölenler.
İş kazaları.
Yüksekten düşme, ezilme, patlama, yanma, elektrik çarpması, zehirlenme. Bu ülkede sadece eylül ayında 152, yılın ilk dokuz ayında en az bin 371 işçi hayatını kaybetmiş durumda.
Şimdi de "Yenidoğan Çetesi"
Sağlık Bakanlığı'ndan para alabilmek için bile isteye öldürülen minik canlar! İnsan dehşete kapılıyor!
Sağlık sistemi nasıl bu hale geldi. Sonra bir bir hatırlıyorsun. Ülkeyi sarsan ‘yenidoğan çetesi’nin buzdağının görünen bir kısmı olduğunu…
Her şey aslında "Sağlıkta Dönüşüm Programı" ile başlamıştı. Sağlık sistemi adım adım yok edildi. Hastaneleri ticarethaneye çevirmenin faturası ağır oldu.
Hatırlayalım; Sağlıkta Dönüşüm daha doğrusu "Sağlıkta Çöküş", 2005’te yapılan değişiklikle SSK’ya bağlı 148’i hastane olmak üzere yaklaşık 373 sağlık tesisinin, Sağlık Bakanlığı’na devriyle başladı.
Ardından sağlık ocakları kapatıldı, Aile Sağlığı Merkezi (ASM) sistemine geçildi.
Uygulama 2010 sonu itibarıyla ülke geneline yayıldı. Gelinen noktada kamuya ait olmayan, apartman, cami altları gibi yerlerde hizmet veren ASM’lerin hizmetleri tartışma konusu oldu.
Ne oldu bunun sonucunda? Aile hekimliğinde, koruyucu sağlık hizmetleri büyük darbe aldı.
Bu aşamada sağlıkta şiddet olaylarını unutmamamız gerekiyor: Siyasilerin söylemleri, hastanelerdeki yığılmalar, 5 dakikaya bir randevu verilmesi gibi sistem sorunları sağlıkta şiddeti........