1989 tarihli, Phil Alden Robinson imzalı fantastik drama Düşler Tarlası (Field of Dreams) filminin kahramanı Ray (Kevin Costner) küçük bir Ortabatı kasabasında, mısır yetiştirdiği çiftliğinde ailesiyle yaşamaktadır. Ray, gaipten gelen ve “İnşa edersen gelecek(ler)” diye fısıldayan sesin teşvikiyle mısır tarlasının ortasına bir beyzbol sahası inşa eder. Burada beyzbol, Amerikan rüyası nostaljisinin taşıyıcısıdır; hem yitik bir dönemin hem de Ray’in artık hayatta olmayan babasıyla ilişkisinin bağıdır. Ray sahayı inşa eder ve beyzbolun hayaletleri gerçekten mısır tarlasının içinden çıkıp gelirler. Ama bunun ötesinde -hayallerinin maliyeti neredeyse çiftliğin batmasına neden olacak Ray’i ekonomik olarak da kurtaracak şekilde, kasabalılar da beyzbol izlemeye gelirler. Beyzbol nostaljisi hem topluluk hissini besler hem girişimci ruhu olumlar; düşlerin peşinden gitmek -risk almak- Amerikan rüyasının bel kemiğidir ne de olsa.
Düşler Tarlası naif bir Hollywood draması olsa da, gaipten gelen sesin fısıldadığı “İnşa edersen gelecek(ler)” güçlü bir mekânsal aforizma. Bu aforizmayı aklıma getiren ise, geçtiğimiz günlerde Malazgirt Savaşının yıldönümü törenleri kapsamında gündeme gelen Ahlat’ta yeni inşa edilen “saray” oldu. Zira bu aforizma -ilk bakışta çok ciddi görünmese de- böylesi yapıların siyasal işlevini anlamak için faydalı.
Her toplumsal süreç mekânlara ve mekânsallaşmaya ihtiyaç duyar. Mekânlara ihtiyaç duyar, zira sosyal ve siyasal süreçler mekânlarda cereyan eder. Ama bunun ötesinde, bu ilişkiler mekânsallaşarak, yani mekânda yer tutarak köklenir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan otoriter başkanlık rejiminin “inşası” da siyasal olduğu kadar mekânsal bir girişim olarak başladı. Atatürk Orman Çiftliği içine inşa edilen ve bugün gündelik kullanımda -ve dolayısıyla kolektif bellekte- “külliye” olarak kodlanmak istenen Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi, henüz söz konusu sistem ortada yokken, onun mekânı olarak inşa edildi. Bu yapı kompleksi bir sürü açıdan hem iktidarın, hem onun siyasal projesinin hem de ulusal kimlik (millet) tahayyülünün kurucu bir unsuruydu.
2016 darbe girişiminin ardından oluşan politik vakum, AKP’nin o güne kadar bir ulus-inşası (ulusun millet olarak inşası) girişimi niteliği taşıyan projesini yeni bir rejim inşası projesine evriltti. Bundan sonra parti-devlet bütünleşmesinin hem ideolojik (MHP harcıyla) hem de kurumsal olarak gerçekleşmesine tanık olduk. Darbe koşullarında olağanüstü hâl uygulamaları yerleşikleşti, yeni hükümet sistemi 2017 referandumu ile kabul edildi ve 2018 seçimleriyle bu süreç kâğıt üzerinde tamamlanmış oldu. Ancak, bir toplumsal kurgunun köklenmesi, hem zamana yayılan bir deneyim birikimine hem de yukarıda da değindiğim gibi, mekânsallaşmaya ihtiyaç duyar.
Bir politik programın mekânsallaşması ne demektir ve nasıl cereyan eder? Bu soruya, yine 2018’de müjdesi verilen Ahlat’taki yapıyla........