Başımız Sağ! olsun |
İstanbul...
Binlerce yıllık ihtişamın yorgun omuzlarında her an bir trajedi fısıldar.
Lakin bu defa, Fatih'in o kadim ve muteber duvarları arasında yankılanan acı, ne bir mitin abartısı ne de gotik bir romanın melankolisiydi.
Bizzat hayatın, tüm muğlaklığıyla yüzleştirdiği, en insafsız, en alaycı infazıydı.
Bu infaz, bir ailenin dört ferdini, Çiğdem'in, Servet'in, Kadir'in ve Masal'ın varoluşunu ebedi bir sükûta mahkûm etti.
Çiğdem ve Servet...
Muhtemelen, küçük birikimlerini büyük umutlara dönüştürmeye çalışan, mütevazı bir hayatın müdavimleriydi.
Belki de seyahatleri, uzun zamandır hayalini kurdukları, yorgunluklarını atacakları küçük bir kaçış, sıradan hayatlarına katacakları cazip bir anı olacaktı.
Çiğdem ve Servet umutlarını ve geleceğe dair muteber hayallerini, ellerindeki valizlere istikamet edinen gurbetçi bir çiftti.
Masal ve Kadir ise, yaşlarının getirdiği sonsuz enerjiyle memleketi keşfe çıkmış olmalılardı.
Otel odasında başlayan kısa bir İstanbul molasının final perdesi olacağı nerden gelebilirdiakıllarına!
Ölümün buzul nefesi, sinsi bir zehrin muğlak eliyle onları geri........