36. Ankara Film Festivali Taptaze Bölümü Günlükleri

36.Ankara Film Festivali, bu yıl “Taptaze” isimli yeni bir bölümle seyircilerini buluşturuyor. Seçki; Berlin, Locarno ve SXSW gibi prestijli festivallerde ilk filmleriyle dikkat çeken genç yönetmenleri bir araya getiriyor ve geleceğin sinemacılarını keşfe davet ediyor. Bu bölümde kenara not düşeceğiniz bir yönetmen yıllar sonra da takip ettiğiniz ve kariyeriyle büyüdüğünüz bir sinemacı olabilir.

Bu nedenle seçkiyi izlemenizi ve hepsi birbirinden büyüleyici evrenleriyle buluşmanızı tavsiye ediyor, sizlerle filmlerle ilgili izlenimlerimi paylaşıyorum.

The Good Sister (Yön. Sarah Miro Fischer, 2025)

Berlinale Panorama’da ilk kez gösterildiğinde oldukça ilgi uyandıran Sarah Miro Fischer’in The Good Sister isimli filmi, Türkiye prömiyerini Ankara Film Festivali’nde yapıyor. Almanya-İspanya ortak yapımı bu ilk uzun metraj, sessizliğin, suçluluğun ve vicdanın yankılandığı bir alan kuruyor. Film, seyircisini kolay yargılara değil, gri bölgelerin içine davet ediyor. Fischer’in mezuniyet projesi olarak başlayan bu hikâye, bugünün ifşa kültürünü, aile içi sadakati ve kadın dayanışmasını çarpıcı bir biçimde kesiştiriyor.

Filmin merkezindeki karakter olan Rose, Marie Bloching’in derin ve kırılgan bir performansla canlandırdığı genç bir kadın. Rose’un hikâyesi, bir tecavüz iddiasının etrafında dönüyor. Filmdeki bu tecavüz vakası, failin ya da mağdurun gözünden değil, failin kız kardeşinin bakış açısından ilerliyor. Bu tercihle Fischer, “doğru”nun ve “adalet”in nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulatan, rahatsız edici ama dürüst bir alan yaratıyor. Rose’un ağabeyine olan sevgisi ile vicdanı arasında gidip gelen içsel çatışması, toplumsal reflekslerimizin ne kadar duygusal, ne kadar koşullu olduğunu da seyircinin yüzüne vuruyor.

The Good Sister’ı özel kılan şey, bu etik sarsıntıyı yüksek sesle değil, sessizlik ve yankılarla anlatması. Tecavüz sahnesini göstermeden, yalnızca seslerle kuran film; belirsizliğin ne kadar ürkütücü olabileceğini kanıtlıyor. Yönetmenin ses tasarımına yüklediği anlam (örneğin Rose’un uyuyamadığı gecelerde duyduğu musluk damlaları) hem bastırılmış travmanın hem de kaçınılmaz yüzleşmenin metaforu gibi. Filmin sonunda damlayan suyun yerini bahçe hortumundan akan suyun sesi aldığında, bu küçük ses geçişi bile bir tür arınmaya, kabullenmeye dönüşüyor. Görüntü yönetmeni Selma von Polheim Gravesen’in çerçevelemeleri Rose’un ruh hâlini neredeyse fizikselleştiriyor: dar alanlar, arkasına saklandığı kapı aralıkları, köşelere itilmiş kadrajlar. Film, Rose’un sıkışmışlığını seyircinin bedeninde hissettiren bir görsel dil kuruyor. Kameranın bakışı, suçun tanığı olmanın ağırlığını hem estetik hem ahlaki bir biçimde taşıyor.

The Good Sister, feminist bir manifesto olarak yola çıkmıyor ama tam da bu sebeple feminist bir film olarak yankı buluyor. Çünkü film, kadın bakışının karmaşık, çelişkili, bazen korkak ama daima dürüst hâlini sahici biçimde yansıtıyor. Fischer’in sineması, slogan atmadan, gri alanların içinde kalarak “kız kardeşlik” kavramına yeni bir katman ekliyor. Film, dayanışmanın kimi zaman en yakınına da dürüstçe bakabilmek olduğunu hatırlatmasıyla öne çıkıyor.

Mosquitoes (Yön. Valentina Bertani & Nicole Bertani, 2025)

Valentina ve Nicole Bertani kardeşlerin yönettiği Mosquitoes, 1997 yılının bunaltıcı bir yazında geçen, çocuklukla yetişkinliğin sınırında duran bir ilk film. İtalya, İsviçre ve Fransa ortak yapımı olan film, Bertani kardeşlerin kendi çocukluk anılarından yola çıkarak kurduğu kişisel ama bir yanda da evrensel bir hikâye anlatıyor. Fişm, Locarno’da ilk kez gösterildikten sonra Ankara Film Festivali’nin “Taptaze” bölümünde Türkiye prömiyerini yapıyor.

Linda, Azzurra ve Marta isimli üç kız çocuğu bir yaz boyunca oyunlar oynuyor, hayaller kuruyor, korkuyor ve tüm bunların neticesinde birbirlerine tutunuyorlar. Ama film, çocukluğun ne kadar kırılgan bir evre olduğunu hissettirmekle kalmıyor; aynı zamanda yetişkinlerin gölgesinde büyümenin ne kadar ağır bir şey olduğunu da hatırlatıyor. Linda’nın genç annesi, bağımlılıklarıyla kendi dünyasına çekilmiştir. Azzurra ve Marta’nın annesi ile babası ise uzak, neredeyse yok gibidir. Azzurra ile Marta’nın bakıcısı Carlino ise kızların tek güvenli figürdür. Filmdeki tek güvenilir yetişkin portresi çizen Carlino, queer bir karakterdir ve varlığı film boyunca güvenilir bir alan açmaktadır.

Bertani kardeşler şiddeti, ihmali ya da sevgiyi yüksek sesle anlatmıyor. Her şey sessiz bir gözlemin içinde akıp gidiyor. Kamera, çocukların dünyasına çok yaklaşıyor ama onları hiç sıkıştırmıyor. Bir an Linda’nın yüzüne, bir an Azzurra’nın sessiz öfkesine odaklanıyor. Görüntü yönetmeni, kare formatı kullanarak çocukların daralmış, kapalı dünyasını hissettirmekte oldukça başarılı. Filmin finalinde ise ekran genişliyor. Bu değişim, hikâyedeki özgürleşmenin bir sembolüdür.

Filmdeki sesler, neredeyse diyaloglar kadar güçlüdür. Yazın sıcağında duyulan sinek vızıltısı, uzaktan gelen su sesi, bir radyodan sızan eski bir şarkı… Tüm bu detaylar, çocukların iç dünyasındaki karmaşayı yankılıyor. Bertani kardeşler, hatıraların yalnızca görüntülerden değil, seslerden de oluştuğunu çok iyi biliyor. Mosquitoes izleyiciyi nostaljiye davet etmiyor. Aksine, çocukluk denilen şeyin ne kadar karmaşık ve bazen ürkütücü olduğunu hatırlatıyor. Filmdeki her şey tanıdık: çatlayan bir ayna, balkondan süzülen ışık, annenin odasından gelen belirsiz sesler. Fakat bu tanıdıklık, huzur değil, bir tür tedirginlik yaratıyor. Çocukluk, burada güvenli bir sığınaktansa yetişkinliğe giden meşakkatli yolun........

© Film Hafızası