menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tayfun Belet ile Geçmişin İzini Sürmek: Roman Gibi (2025) Filmi Hakkında Bir Söyleşi

9 0
27.11.2025

Bu yıl 62. kez düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden en iyi belgesel film ödülüyle dönen Roman Gibi (2025) filmi hakkında yönetmen Tayfun Belet ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu yazımızda Türkiye’nin ilk gazetecileri olarak anılan Sertel Ailesi’nin var olmak için verdikleri mücadelenin izini sürüyoruz. Türkiye’deki basın-yayın ortamının görünürlüğü adına güçlü bir tarihi belge olma özelliği taşıyan Roman Gibi, ülkemizde belgesel sinemanın sine-gerçek ile olan ilişkisini yansıtan güçlü örneklerden biri.

Belgesel, bana kalırsa tür olarak sinemanın temkinli yaklaştığı bir alan. Popüler filmler ya da konvansiyonel sinema kadar yoğun bir kitleye hitap etmiyor. Ancak son yıllarda hem ülkemizde hem de dünya sinemasında belgesel filmlerin geniş bir seyirci topluluğuna ulaştığını gözlemliyoruz. Ayrıca benzer gözlemlerim deneysel sinema için de geçerli. Bu noktada belgeseli diğer türlerden ayıran şeyin özünü merak ediyorum. Sadece belge niteliği taşıyan bir anlatının çok ötesinde muazzam bir birikime ve arka plana sahip olunması gereken oldukça önemli ve özel bir alan. Günümüzün sinema pratiklerini de düşünerek belgesel dediğimiz zaman sizin önem maddelerinizin nelerden oluştuğunu öğrenmek isterim.

Aslında benim için belgeseli diğer türlerden ayıran şey, gerçekliği “kaydetmesi” değil; gerçekliğe nasıl yaklaştığıdır. Popüler sinema daha geniş kitlelere sesleniyor, evet ama belgesel sinema kalabalıklardan çok derinlikle ilgileniyor. Ancak bunu yaparken kurmaca sinemanın bütün estetik enstrümanlarını kullanarak yapıyor. Bu yüzden de zaten ben “belgesel”den ziyade “belgesel sinema” kavramını kullanmayı daha çok tercih ediyorum. Benim belgesel sinema yolculuğumda önceliğim hep hakikate karşı duyduğum sorumluluk oldu. Konuyu etik bir pozisyonda çalışmak, manipülasyona kapalı ve dürüst bir anlatım kurmak benim için her şeyin önünde geldi. İkinci önemli madde, belgeselin hafızayı harekete geçirme gücü. Yani izleyiciyi yalnızca bilgiyle değil, bir yüzleşmeyle karşılaştırmak. Belgeselin gerçek anlamda dönüştürücü etkisi burada başlıyor aslında. Son olarak da hikâyenin düşünsel arka planı var. Belgesel sinema yoğun bir entelektüel hazırlık gerektiriyor; sosyoloji, tarih, felsefe. Çünkü gerçekliği anlamlandırmak, onu sadece belgelemekten çok daha derin bir süreç. Bu nedenle belgesel sinema benim için bir tür değil; bir sorumluluk biçimi. Gerçeğe nasıl baktığınız, neyin tanıklığını üstlendiğiniz ve bunu hangi dille anlattığınız belgeselin özünü belirliyor.

Türkiyede belgesel sinemanın ve belgeselciliğin önemini sorguladığınız bir yüksek lisans teziniz bulunuyor. Özellikle belgesel sinemaya büyük bir sevgi duyarak ülkemizdeki önemli belgeselleri tanıma fırsatı bulmamı sağlayan çok değerli hocam Ertuğrul Karslıoğlunu da buradan saygıyla anmak istiyorum. Kendisi ile ülkemizdeki belgesel sinemanın gelişiminde oldukça hayati bir temas olduğunu düşünenlerden biriyim. Ertuğrul Hoca ile yollarınızın nasıl kesişti? Keza bu kesişim harika bir karşılaşma olmuş.

Ertuğrul Karslıoğlu, benim kendime hoca ve rehber olarak gördüğüm çok büyük bir sinemacı. Çok seviyorum onu. Hatta benim nikâh, şahidimdir biliyor musunuz? İnsanın hayatında böyle bir karşılaşmanın değeri gerçekten ölçülemez. Çocukluk yıllarımda babamla birlikte onun filmlerini izlerdik. O filmlerdeki hakikat duygusu, sadelik ve kurguya yaklaşma biçimi beni çok etkilemiştir. Özellikle hakikate duyduğu saygı ve sinemanın ahlaki çerçevesine dair yaklaşımı, benim de kendi sinema dilimi bulmamda belirleyici oldu diyebilirim.

14-15 yıl önce Ertuğrul Hoca’yla ilk kez bir ödül töreninde tanışma fırsatım olmuştu. Filmlerimden birini izlemiş ve bana “Aferin evlat. Bayrak emin ellerde.” gibi bir şeyler söylemişti. Ona ve filmlerine duyduğum hayranlığı bilmiyordu. O cümleyi genç yaşımın idealizmiyle öyle ciddiye almışım ki bir gün sektörün yükü omzuma ağır geldiğinde, iyice bunaldığım ve mesleği bırakmayı düşündüğüm bir dönemde kendimi ona mesaj atarken buldum: “Hocam, siz bana büyük bir sorumluluk verdiniz ama ben bayrağı taşıyamıyorum, bırakıyorum bu işi.” demiştim. Şimdi gülümsüyorum ama o zaman bunu çok içten hissetmiştim. Hemen ardından hoca aradı. Çok babacan bir şekilde, sabırla tane tane konuştu. Sakinleştirdi beni. Şimdi düşünüyorum da başka biri bana böyle bir mesaj atsa ciddiye alır mıyım acaba diye. Bilemiyorum. Ama o beni ciddiye almış hatta o duruma gelmeme neden olan kurumun başındaki yöneticilere fırça bile çekmişti tabiri caizse. Hiç unutmam bu anıyı. O gün bugündür aramızdan hiç su sızmadı. Yaptığımız tüm filmleri tartıştık. Yol arkadaşı olduk. Aslında bizler dışarıdan bakıldığında sert görünebiliriz ama oldukça duygusal insanlarızdır. Belgesel yapmak hiç kolay değil; bazen yalnız bırakır, bazen yorar, bazen tüketir. Ertuğrul Hoca işte bana o anlarda yalnız olmadığımı hissettirdi, yol gösterdi. Bu yüzden yollarımızın kesişmesi benim için sadece bir karşılaşma değil, çok büyük bir şanstır.

Ne yazık ki kurmaca dışında kalan bölümlerde röportajları ya da konuşan kafa” tekniğini, olay yeri görüntüsünü, herhangi bir videoyu belgesel film projesi olarak ana akımda görmek mümkün. Ancak belgeselin işlevselliği ve sanat ürünü olarak yer edinmesi usta isimlerin verdiği emekler ve yıktıkları kurallar diye düşünüyorum. Gerçeğe ulaşma tutkusu bir yönetmenin ideasında nasıl şekilleniyor?

Benim için gerçeğe ulaşma tutkusu, yönetmenin elindeki verilerle değil, dünyaya karşı aldığı ahlâki pozisyonla ve sanatsal birikimiyle başlıyor. Yönetmen, gerçeği kelimesi kelimesine aktarmak zorunda değildir çünkü sonuçta ortaya çıkan ürün akademik bir çalışma ürünü değil bir sanat ürünüdür ama gerçeğin ruhuna ve özüne sadık kalmak çok kıymetli. Bu sadakat, yönetmenin düşünsel omurgasını belirleyen en önemli mesele bence. Belgesel sinemada hakikate ulaşmak romantik bir ideal değil; emek, sabır ve mesafe bilinciyle kurulan bir süreçtir. Bazen sadece beklemek, bazen hiç müdahale etmeden tanık olmak gerekir. Bana göre belgeseli, sinema yapan da budur: Kaydetmekten çok yorumlamak, görünenin ardındaki anlamı, sinemasal bir dille yeniden kurmak. Bu yüzden belgesel sinema, bir kayıt alanından çok bir yorum alanıdır. Yönetmenin düşünsel arka planı, etik duruşu ve sanatsal birikimi de bu alanı nasıl kurduğunu belirliyor. Bence belgesel sinemayı sanat yapan da tam olarak budur.

Roman Gibi filminiz ile bu yıl Antalya Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Belgesel Ödülü’nün sahibi oldunuz. Gerçekten uzun zamandır izlediğim en etkileyeci filmlerden biriydi. Tarihe bu kadar yakın olmak hem de geçmişi görece heyecanlı ve ilgi çekici bir şekilde okumak benim açımdan filmin değerini yücelten nüanslardan biriydi. Yaşananların sertliği ve acı dolu bir geçmiş var ortada; ancak neler yaşandığını ve uygulanan baskıyı araştırmak isteyen herkesin bu bilgiye kolaylıkla ulaşabileceği bir çağda yaşıyoruz. Burada önemli........

© Film Hafızası