Bitti bitti bitmedi…
Bugünlerde her yurdum insanı gibi ben de çokça yaşamsal sorun ile yatıp kalkıyorum.
Bu sorunların hangisine dokunsam çığlık duyuyor, ve o çığlıklara ortak oluyorum.
Ve günlerdir bu çığlıkları hemdert olanlar için dillendirmek isteğiyle masaya oturuyor. Fakat klavyenin tuşları donuk ve yazmıyordu.
Bu da beni neyi-kime-nasıl diyeceğini bilmeyen kararsız birisi yapmıştı.
Nihayet birkaç saat önce; herkesin bilip hakkında çokça söz söyleyebileceği üç konu buldum ve bu satırları yazmaya başladım.
Fakat çok önemli üç konuyu da özetlemekle yetineceğim.
İsterim ki, okuyucular bu üç konuya eleştirel bakıp, özgün katkılarda bulunsunlar.
*
Birinci Konu: Ekonomi!
Çünkü yurdumuzda bir ekonomik kriz var. Adaletten yoksun bu kriz; evde, mahallede, okulda, pazarda … yaşamın olduğu her yerde işçiyi, emekçiyi, emekliyi, öğrenciyi silkeleyip sarstıkça çığlıklar duyuyoruz.
Ve bu çığlıklar içinde benim çığlığım da var!
Çünkü: Ben 57 yıl önce 18 yaşında yarı-çocukken öğretmen olmuştum. Beş (5) yıl çalıştıktan sonra meslekte yükselmek için yüksek okul sınavına girip kazanmış ve 4 yıl daha ana-baba eline bakan bir öğrenci olmuştum. Okul bitince de mesleği değişmeyen bir eğitimci olarak değişik il ve görevlerde 35 yıl daha çalışan, 40 yıllık ve + göstergesi olan bir eğitim müfettişi emeklisiyim şimdi. (-Ve aramızda kalsın!- Aldığım maaş: sadece iki (2) yıl milletvekili olarak çalışıp emekli olmuş bir vekil maaşının üçte birinden daha da az… )
İkinci Konu: Demokrasi Yoksunluğu!
Bu, geçmişten biz torunlara kalan bir mirastır. Bu miras; her zaman demokrasi dışı oyun, tuzak ve uygulamalarla ertelenip çözümsüz bırakılmış toplumsal bir yaramızdır.
Yukarıdaki ekonomik sorunları doğuran, derinleştiren ve ülkede değişmez bir korku iklimini de yaratan bir ana sorundur bu.
Peki neden yaşıyoruz bu sorunu?
Çünkü Ülke nüfusumuzun yüzde 25’i Kürt ve onların önemli insan hakları engellenmiş!
Ve onlar:
“Biz, Kürt’üz, bizim doğuşla sahip olduğumuz: dilimiz, kültürümüz ve insan haklarımız var! Biz, bu haklarımız alarak ülkemizin eşit birer vatandaşı olmak istiyoruz…” Diyor.
Peki, bu istekler; suç mu, günah mı, ayıp mı?
Dünyanın her yerinde karşılanan bu demokratik talepler, bizim ülkemizde niçin-neden karşılık bulmuyor?
İşte inkârcı-yasakçı anlayış yüzünden ülkemizin tüm halkları büyük bedeller ödemiş, büyük acılar yaşamıştır.
Yukarıda: ‘korku iklimi’ demiştim, tekrarlıyorum!
Çünkü demokratik talepler sadece; korku iklimlerinde ‘güç’ ile çözülmek istenir.
Ülkemizde de sıkça “tek kişi yönetimi-sıkıyönetim-olağanüstü hâl” ilanları olmuş ve sürekli korku iklimi olmuştur. Korku ikliminin amacı: halkı tepkisiz ve suskun bırakarak demokrasisi olmayan düzenini sürdürmektir.
Ve bu düzen yüzünden halkımız; pek çok soysal, ekonomik, siyasi, psikolojik, ahlaki çöküş yaşamış ve yaşamaktadır.
Bunlar yalan söyleyip “Bitti, bitti!” diyor fakat hiç bitmedi/bitmiyor.
Aslında savaşlar sorunları çözmediği gibi, karşı güce güç kazandırır, onların öfke, kin, düşmanlıklarını geleceğe miras bırakırlar.
Ben bilmem, onların söylediğine göre bu sorun yüzünden 41 yılda: 50.000 gencimiz ölmüş ve trilyon dolara varan ülke gelirimiz de ölüm makinalarına bomba-kurşun olmuştur.
Şimdi ortada bir çatışma var ki CB Erdoğan çıkmış: “Ya silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa gömülecekler. Üçüncü bir yol yoktur” diyor.
Hani ortağına el uzattırarak kardeşlik istiyordu, ne oldu?
Güç kullanmak savaştır ve bu sözler de savaş dilidir.
Oysa demokrasiler olan çatışma ve düşmanlıkları karşılıklı görüşme ve uzlaşılarla barış içinde çözerler…
Üçüncü Konu: Bolu Kartalkaya’da Otel Yangını:
Dünyada ve yurdumuzda; deprem, sel, orman yangını, maden ocakları çökme-patlamaları olur. Fakat diğer ülkelere oranla bizdeki kayıplar çok daha fazla oluyor.
Örneğin; Bolu Kartalkaya’daki yangında: ana-baba-çocuk-bebek78 canımız yok olmuş… Los Angeles’ta ise 2 hafta süren yangın milyonların yaşadığı şehirleri yakıp küle çevirmiş ve 27 kişi yaşamını kaybetmişti.
Tabi ki doğal felaketler önlenemez. Fakat doğal felaketlerin verdiği can-mal kayıplıları alınan önlemlerle en az düzeye indirilebilir. Bizim yöneticilerimiz bilimsel önlemler almak yerine ‘bu fıtrat gereğidir’ diyerek ‘kaderci’ anlayışa taraftar topluyorlar. Bu yüzden önlem almayı: bilmiyor-becermiyor-istemiyorlar.
Bu ölümcül otel yangını da; doğal nedenlerden değil, bilinen fakat “para gitmesin” diye giderilmeyen bazı eksiklikler nedeniyle çıkmıştır. Bu açgözlü varlıklar yüzünden: ana-baba-çocuk-bebek tam 78 canımız yok oldu
En ölümcül hastalığın: ‘çoklu organ yetmezliği’ olduğunu söylerler.
Yerinden yönetimi istemeyen ‘tekçi’ anlayış da böylesi ölümcül yangın için yetkisiz bir ara-eleman zinciri oluşturulmuş… (Hani, Maraş depreminde ’emir gelmedi’ diye Kızılay ve Afad ekipleri depremzedelere saatlerce ulaşmamıştı!..). Bu yangında da işlevsiz bir zincir ya da bir: ‘çoklu kurum yetmezliği’ vardı.
Çünkü, Bolu’daki; Belediye, Valilik, İl Özel İdaresi, İtfaiye yok sayılmış ve Bolu’nun bir dağındaki tesisin denetimi Ankara’dakiler verilmişti.
Bilir kişi raporu da bu yangının sorumlularını:
Otel işletmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bolu İl Özel İdaresi, Bolu Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü olarak belirlemiş.
Bence bu listeye, yangına neden olan eksikleri bulan, fakat bunların takipçisi olmayan Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü eklenmeli. Çünkü itfaiye de bu felakete göz yummuştur.
40 yıllık çalışmamda 19 yılı Eğitim Müfettişi idim. Her yıl ildeki örgün ve yaygın eğitim kurumların açılmış veya açılacak kurumlarını denetlerdik. Kurumun: güvenlik, sağlık ve eğitimini ilgili ‘mevzuat’ ile ‘standartlar yönergesi’ uyarınca inceleyip raporu başkanlığımıza sunardık. Fakat hazırladığımız o raporların, akıbetini sorgulama hakkımız yoktu. Bazı raporların beğenilmeyip yeniden inceleme yapıldığını duyardık…
Ve: ‘Demek ki idare isterse, idare de eder’ derdik.
Biliyorum, bir süre sonra, hepimizin yangını olan bu ölümler de unutulacaktır. Fakat o ateş düştüğü yerde hiç sönmeden yakmaya devam edecektir…
Emin Toprak – DOSTÇA
© Fikir Kazanı
![](https://xhcrv35j.dev.cdn.imgeng.in/img/icon/go.png)