menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Paradigmalar kafesimiz mi?

7 1
yesterday

Yer kalmayıncaya kadar evi eve katanların ve tarlayı tarlaya birleştirenlerin vay haline…” (İncil:İşaya)

Araştırmaktan vazgeçmeyeceğiz

Ve tüm araştırmanının sonunda

Başladığımız yere döndüğümüzde

Orayı ilk kez tanıyacağız

(T. S. Eliot: Küçük Gidding)

''…. bir zamanlar diyordum ki: bu Türk'tür, bu Bulgar'dır ve bu Yunan'dır. Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim. Neden? çünkü bunlar Bulgar’mış ya da bilmem neymiş. Şimdi sık sık şöyle diyorum: hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun ister Rum, isterse Türk! hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da buna bile bakmamaya başladım. Ulan ister iyi, ister kötü olsun be! hepsine acıyorum işte. Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek. Hey zavallı hey! hepimiz kardeşiz be. Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.''
(Nikos Kazancakis-Zorba film repliği)

Çok boyutlu ve karmaşık yapısı yüzünden kültüre dair genel geçerliliği olabilen evrensel bir tanım yapabilmek pek de mümkün değil. Bu belirsizliğe rağmen genel olarak "kültür", insanoğlunun sonradan doğaya kattığı her şeydir diyebiliriz. Eş deyişle “insani” olan her şey...

Bu bağlamda alındığında insan düalistik ve şizoid bir varlıktır. İnsan anatomisi, fizyolojisi ve genel olarak biyolojik yapısıyla doğaya ait olan bir varlıkken, kültür ürünler ortaya koyabilmesiyle de kültürel bir varlıktır. İnsanın kültür karşısında hem fail hem de meful konumda olması, kültürel alanla ilişkisinde büyük sıkıntıları yaşamasına yol açabilmektedir. Doğada “kişisel ve kasti” olan hiçbir şey yoktur. Bu alanda keyfiyet değil tamamen kemmiyet hüküm sürer. Bu yüzden olsa gerek, doğanın ekosistemi kendi içinde sorunsuz, pürüzsüz biçimde işler. Kültürel dünyada olduğu gibi orada ne iletişim kazaları vardır ne çıkar çatışmaları. O alanda toprak suyla, su havayla, hava toprakla, toprak canlıyla uyumlu ve barışıktır.

Dillere destan olan meşhur “The Beatles” müzik gurubunun solisti Jhon Lennon şöyle diyor, “kediler içinde bir kedi ya da ağaçlar içinde bir ağaç olsaydık hiçbir sorunumuz olmazdı, sorunumuz insan olmak”. Buna melekler içinde bir melek olsaydığı da eklemek gerekiyor. Taşta, ağaçta ve melekte olmayıp ta bizde farklı ve fazla olan ne peki?

Doğadaki şey ve olaylar tamamen determine durumdadır, kültürel alanda ise hem determinasyon hem de keyfiyet / özgürlük söz konusudur. Doğadaki şey ve olaylar “yapmamazlık/olmamazlık” edemez ama kültürel alanda iradi ve ihtiyari bir seçim olarak, insani alanlarda yapmamazlık, olmamazlık mümkündür. Dolayısıyla insanın kültürel yanını oluşturan özgürlüğü, hem derdi hem dermanı hem zehri hem panzehri hem ödülü hem de cezası hem gazabı hem de kurtuluş ümididir.

Özgürlüğün güzel olan yanı seni sana teslim etmesidir, seni seninle baş başa bırakıp, gönlüne göre seçimini yap ve yaşa demesidir, ürkütücü yanı ise nihai olarak neyi seçeceğini, isteyeceğini veya istemen gerektiğini bilememendir. Özgürlüğe sahip olmak, onu taşımak ve yaşamak sahiden de zor bir meseledir. Özgürlük içeriye, faile, ona sahip olana doğru işletildiğinde yapıcı-kurucu, olumlu süreçleri getirirken, dışarıya, diğerine doğru işletilirken olumsuzluklarını da beraberinde getirmektedir. Tam da burada J.Paul Sartre’ın “cehennem başkalarıdır” mottosu devreye giriyor. Bir meselde iki kirpi birbirini sevmiş ve dost olmaya karar vermiş, sevgi ve dostluk ve muhabbet yakınlaşma isteği doğurduğu için birbirlerine doğru yakınlaşmışlar ama yakınlaştıkça da okları birbirine batmaya ve canları yanmaya başlamış. Bir yanda yakın olma isteği diğer yanda da yakın olma isteği oranında da canlarının yanması. Sorunu çözmek için araya bir mesafe koymuşlar, işte o gün bu gündür o mesafeye “saygı-nezaket” çerçevesi denilmiş. Bir başka kıssa-anlatıda ise bu durum şöyle işlenmiş; insanlar bir zamanlar, henüz diğer türdeşleriyle tanışmamışken, doğada kurtlar misali yalnız yaşayan varlıklarmış. Bu insanların ayakları yerine tekerlekleri varmış ve saatte 180 kilometrelik bir hızla hareket edebiliyorlarmış. Varoluş gayeleri de buymuş ve hiçbir başkaca sorunları olmadan gayet de mutlu, mesut biçimde varoluşlarını devam ettiriyorlarmış. Sonra gel zaman git zaman, birbirlerini tanımışlar ve birbirlerini sevip birlikte, bir arada yaşamaya karar vermişler. Bir arada yaşarken eski alışkanlıklarını birden bırakamamışlar tabi, saatte 180 kilometre hız yapmaya devam etmeye çalışmışlar ama birbirlerine de çarpıp zarar vermeye başlamışlar. Bir yanda var olma biçimlerinden kaynaklanan mutlulukları olan hız yapma isteği diğer yanda da bu isteğin birbirlerinin canını yakıyor olması. Sevdikleriyle birlikte olmak için mutluluklarından vaz geçmekle, mutlulukları için sevdiklerinden vaz geçme dilemmasıyla karşı karşıya kaldıklarında ara-orta bir çözüm yolu bulmuş aralarındaki bilge biri; bulduğu çözüm de “trafik-kuralları olmuş.

Nazım Hikmet bireyle toplum arasındaki bu gerilimin şu şekilde aşılabileceğini ima etmiş dizelerinde; “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”. İnsanlık tarihinin toplumsal serencamına baktığımızda zamanın hiçbir kipinde ve dünya coğrafyasının hiçbir alanında bu olması gerekenin olması bir yana, buna yaklaşılabildiğine dahi tanık olamıyoruz.........

© Fikir Coğrafyası