Yeni Müfredat Çalışması Üzerine

Hemen herkesin bir şekilde ilgisinin olduğu, dolayısıyla da fikir sahibi olduğu mesele: eğitim. Ya veli ya öğrenci ya da eğitimci olarak bu konuyla ilgiliyiz. Böyle olunca eğitimle ilgili isabetli ya da isabetsiz, doğru ya da yanlış fikirler ortaya çıkıyor.

Eğitim meselesi ile ilgili en önemli fikir ise bu işe ciddi biçimde kaynak ayıran, imkân sağlayan ve personel istihdam eden devlete aittir. Devlete ait olan fikre/yaklaşıma da eğitim politikası deniliyor. Eğitim politikasını belirleyen politik erk bu meseleye ciddi biçimde kaynak ayırsa, çalışmalar yapsa da Cumhurbaşkanı’nın daha önce birkaç kez belirttiği gibi istenilen düzeyde hedeflere ulaşılamadığı görülmüştür. Bundan sonra da istenilen hedeflere ulaşılması çok mümkün görünmüyor.

Son 20 yıla baktığımızda yönetmeliklerden müfredata, kurum isimlerinden sınav sistemlerine kadar çok fazla değişiklik ve yenilik yapıldı. Kurum ve personel bazında eksiklikler giderildi. Teknolojik imkânlar geliştirildi, araç-gereçler zenginleştirildi. Ancak hala istenilen verim elde edilemedi.

Niçin?

Niçin sorusuna birçok cevap verebiliriz:

“Paranın adil paylaşımı hala sağlanamadığı için, ebeveynler çocuklarına “devlet kapısı”nda gelecek hayal ediyor. Bu da gereğinden çok akademik eğitim kurumunun açılmasına ve bu okullarda gereğinden çok öğrenci birikmesine neden oluyor.”

”İdeolojik saikle yapılan düzenlemeler verimsiz sonuçlar doğuruyor.”

”Vatandaş ve eğitimciler hep birlikte politik erk ile aynı hedeflere inanıp o doğrultuda çalışmıyor.”

”Eğitim anlayışı ve müfredat bir türlü bilimsel bir çizgiye oturmuyor.”

gibi birçok cevap verilebilir. Bu cevapların doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılabilir, doğru cevapların sayısı değişebilir. Ancak bu cevaplardan bir tanesi var ki, o olmadan diğerleri pek anlamlı olmuyor. O da “Öğrenciler kendileri için doğru okullarda eğitim görmüyor.” Bu meselenin eğitim konusundaki en önemli sorun olduğu aşikârdır. Bu sorun çözülmeden yapılan ve yapılacak olan değişimler, yenilikler maalesef istenilen sonucu doğurmayacaktır.

Ne demek “Öğrenciler kendileri için doğru okullarda eğitim görmüyor.”?

Önce mevcut durumu doğru tespit edelim. Milli Eğitim Bakanlığının internet sitesinde yayımladığı geçtiğimiz yıla ait olan Millî Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2022/2023 başlıklı raporu incelediğimizde, bugün öğrencilerimizin yarısından çoğunun akademik eğitim veren kurumlarda (Genel Ortaöğretim) eğitim gördüğünü, kalan kısmının meslek liselerinde (Mesleki ve Teknik Ortaöğretim) eğitim gördüğünü öğreniyoruz. Gelişmiş ülke örneklerine baktığımızdaysa öğrencilerin çoğunluğunun mesleki eğitimde daha azının akademik eğitim veren liselerde eğitim aldığını görürüz. Doğru olan da budur/

Mevcut durum ne anlama geliyor?

Akademik eğitim vasıtasıyla öğrenciler “tıp, hukuk, mühendislik, eğitim” ve benzeri alanlarda kariyer planları yapıyor. Bu da mevcut oranlar dikkate alınıp genel nüfusla kıyaslandığında 45-50 milyon kişinin bu meslekleri icra etmek üzere yetiştirilmeye çalışıldığı anlamına gelir. Tabii ki burada yetiştirmek söz konusu değildir. Bu rakam yetiştirilmeyi hayal eden ve sürece dahil olmuş-dahil olacak olan insan sayısını ifade eder. Hâlbuki bizim toplumumuz için yukarıda zikredilen iş sahalarında 10-15 milyon yetişmiş insan yeterlidir. Tıp, hukuk, mühendislik, eğitim gibi sahalarda 45-50 milyon insanın çalışması mümkün değildir, makul değildir, rasyonel de değildir. Peki, ihtiyaç fazlası 30-35 milyon kişiyi ne bekliyor? İşsizlik ve mutsuzluk. Üniversiteden mezun olup, on altı yıllık eğitim-öğretim hayatının sonunda eğitim aldığı mesleğin dışında başka işler yapmak zorunda kalan, eğitim almadığı sahada çalıştığı için “niteliksiz çalışan” olarak hayatını sürdürmek zorunda kalan milyonlar.

Toplumun gelecek........

© Fikir Coğrafyası