menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bu Allah, O Allah Değil

11 15
14.11.2025

08/14 Kasım 2025 Tarihleri Arasında İstanbul Rami Kütüphanesinde Yapılan “Tarihin Sonunda Antisiyonizm Kongresi”nin 09 Kasım 2025 Pazar Günü 2. Oturumunda Sunduğum Kongre Bildirisi ve Öneridir.

Haziruna Saygılarımı sunuyorum.

Öncelikle bu salonda bulunan, Gazze Soykırımı sürecinde protesto eylemlerinde bulunan, Sumud filosundan bireysel protestolara kadar aktivist olarak eylemlilik içinde olan insanların bulunduğu bir ortamda konuşmaktan duyduğum mahcubiyeti ifade etmek isterim. Çünkü onlar bizzat bir eylemlilik içindeydiler, biz ise fikirlerimizi ifade ediyoruz. Bu bağlamda teşekkürlerimi ve mahcubiyetimi ifade ediyorum.

Kongrenin bize yönelttiği soruları doğru anladığımı düşünüyorum ve bu bağlamda soruları tek tek ve ayrıntılı biçimde cevaplamak istiyorum.

Cevap: Öncelikle sorudaki “bile” bağlacını önemsiyorum ve soruyu şöyle anlıyorum: Bu süreçte bir Müslüman gibi davranmalıydık, bunu başaramadık; o halde hiç olmasa bir sivil gibi davranabilirdik, bunu bile başaramadık.

Bu noktada iki problem ortaya çıkıyor:

Öncelikle ideal Müslüman tipi probleminin tartışılabilme zemininin sağlıklı biçimde kurulup kurulamayacağı ayrı bir tartışmadır. Zira bu konu yaklaşık on dört yüzyıldır bu coğrafyada sayısız kez tartışılmış, bu bağlamda binlerce cilt metin üretilmiştir. Bu başlıkta bir ortaklaşma sağlanamamıştır. Hem tarihi birikimler hem de içinde bulunduğumuz çağın kendine has olmakla birlikte son derece dayatıcı şartları ciddi biçimde zaman, enerji, iyi niyet, cesaret, feraset, basiret ve müktesebat ister. Bunların tamamının aynı zeminde buluşup buluşamayacağını da bu kongre sonunda göreceğiz.

"Sivil bile olamamaya" gelince... "Sivil, sivil inisiyatif, sivil toplum" kavramlarının ortaya çıkış sürecine baktığımızda bu bağlamda bir sorunla karşılaşırız. On dört yüzyıllık inanç geçmişi, bin yıllık Anadolu tecrübesi acaba "şahsiyet" mi yoksa tip mi üretmiştir? Mümin, mürit, derviş, tebaa, birey, vatandaş, üye statülerinden hangisi-hangileri şahsiyet, sivil kavramları ile yakındır, ya da aralarında bir uyuşmazlığın olması beklenmez. Yani bizim tarihi tecrübemizde insan "tip" ise makbul; şahsiyet-karakter ise aykırı, marjinal, asidir. Bu bağlamda meseleyi ele aldığımızda "sivil, sivil inisiyatif, sivil toplum" kavramlarının ortaya çıktığı kültürde insan, birey, sivil kavramlarının serencamı ile bizdeki insan kavramının tarihi serencamı pek benzemez. Bambaşka maceralar yaşamış iki ayrı kültürün aynı kavramları kullanması rasyonel değildir ve istenilen sonuçlar ortaya çıkmaz. Biz Allah'ın resulünün, gök tanrının yeryüzündeki kılıcının, zillullah fil arz'ın, halifenin, ulu önderin, ebedi şefin, kâinat imamının, gavsul azamın, mürşidi kamilin, zamanın kutbunun peşinde on dört yüzyıldır yol olan bir toplumuz. Vasfı, mahiyeti, niteliği, niceliği değişse de daima güçlü liderlere tabi olmanın en doğru yol olduğunu kabul edip bunu tecrübe etmiş bir topluluğuz. Burada takdir edersiniz ki birey, şahıs, şahsiyet pek muteber değildir. Bunlar ancak liderlerin uhdesinde olabilir. Sürüden ayrılan koyunun başına neler geldiğinin trajik hikayeleri ile doludur bu tarih. Hülasa sivil kavramı bu toplumda hem öksüz hem yetimdir. Tekke, dergah, cemaat, cemiyet, dernek biçiminde olagelen örgütlenme tarihimizde sosyolojik anlamda bir sivillik ne kadar mümkündür, bilemiyorum. Bunu en güzel sendikalar tarihinde görürüz. Bakıldığında bağımsız bu yapılar aslında derin ve güçlü bir hiyerarşi içinde var olurlar.

Cevap: Bu soru birinci sorudan bağımsız değildir. Sivil kavramından önce mevcut durumun doğru anlaşılması gerekir. Sivil toplum, toplumun bir parçasıdır. Parçanın bütünle ilişkisi son derece belirleyicidir. Yani elbisenin yakası da kolu da elbiseye aittir ve aynı kumaştandır. Onun için kumaşın mahiyetini doğru anlamak gerekir.

İki yıldır süren soykırıma karşı bu toplumun hem içeride hem dışarıda sonucu değiştirecek biçimde aksiyon üretememesinin nedenleri doğru anlaşılmalıdır. Bu sessizlik ve eylemsizlik toplumun mahiyetinin sonucudur. Kabaca baktığımızda toplumun yarısından çoğunun İslam dinine inandığı kabul edilir. Bu da "Müslüman" diye adlandırılabilecek ortalama bir tipin olduğu intibaı uyandırır. Ve şöyle düşünürüz: Bir Müslüman şöyle bir hadise karşısında şöyle bir tavır alır. O tavır ortaya çıkmayınca da bir şaşkınlık oluşur. Bu şaşkınlık Müslüman denilen ve ortak değerleri olduğunu sandığımız ortalama bir insan tipi olduğunu kabul etmekten doğar. Hâlbuki bugün ortak bazı inanç ve değerler etrafında toplanmış bir Müslüman tipinden söz etmek pek rasyonel olmaz. Yarısından çoğunun Müslüman olduğunu düşündüğümüz bu toplumda ortaklaşan bir İslam ya da Müslüman kavramı maalesef sanıldığı gibi yoktur.

Cemaat, tarikat, mezhep ve devlet kavramlarının merkezde olduğu ve her birinin ayrı bir maslahat güttüğü onlarca farklı anlayıştan doğan yüzlerce yapının parçaladığı, pek birbirlerine benzemeyen Müslüman bir kalabalıktan söz edebiliriz. Hatta bu yapıların her biri ötekileri tümden ya da kısmen reddettiği bir vakıadır. Burada uzaklık, çatışma hatta düşmanlığa varan bir iklim söz konusudur. Bu noktadan baktığımızda parçalanmış bir Müslüman kalabalıktan söz edebiliriz. Bu kalabalığın tümünü kapsayacak bir Müslüman kavramı kitabi olarak mümkün olsa bile pratikte irrasyoneldir. Önce bu hakikatle yüzleşmek zorundayız. Bu bağlamda naif değerlendirmeler bir sorunu görmezlikten gelmek anlamına gelir.

Henüz ortalama bir Müslüman tipinden söz edemiyorken bir de toplumun diğer kesimlerini hesaba kattığımızda bu zeminden sağlıklı bir sivil toplum yapısı nasıl olabilir?

Tartışma bu noktaya geldiğinde İslam, gerçek İslam, ideal Müslüman başlıkları da tartışılmak zorundadır. Bu tartışma zemini de "mülk sahipleri olmadan" kurulduğunda kalabalıklar nezdinde muteber olmaz. Denilebilir ki kalabalıkların ne düşündüğü önemli değildir. Ancak hayır. Bugün tartıştığımız şey kalabalıkların harekete geçip geçmemesi meselesidir. Ve son tahlilde "meşruiyet" modern zamanlarda kalabalıkların uhdesindedir. Onun için sivil inisiyatiflerin başarısı kalabalıkları harekete geçirip geçirmemesiyle ölçülür. Yani İslam'la ilgili tartışmalar İslam'ı temellük eden cemaat, tarikat ve vakıflar olmadan yapılamaz. Onlar da bu tartışmaları hızlıca İslam düşmanlığıyla etiketleyecekleri için böylesi bir tartışma ölü doğacaktır.

Bu tartışmalardan sağ salim çıkmadan sağlıklı bir toplum hayali ve sonrasında da sivil toplum hayali kurulamaz. İnatla ve cesaretle bu toplumun, bu kalabalığın hali, İslam'la kurdukları ilişkinin mahiyeti açısından tartışılmak zorundadır. Bu tartışmanın zeminin oluştuğunu kabul edelim. Bu bağlamda da İslam'ın bu çağın insanına, dünyaya ne dediğinin doğru, sade, anlaşılır biçimde tekrar ifade edilmesi gerekmektedir.

Bu nokta daha önce yüzlerce kez, yüzlerce kişi tarafından sorulup cevaplanmaya çalışılmış bir konudur. İşin ehli ya da işin muhatabı yüzbinlerce insan binlerce sayfada bu başlıkta konuşmuş ve ortaya ucu bucağı olmayan bir müktesebat çıktığı hepimizin malumudur. Hülasa her defasında sonuç şu olmuştur: Kuran'a ve........

© Fikir Coğrafyası