Geçmişini Kabullenmek, Onun İçinde Boğulmakla Aynı Şey Değildir

On dört yaşındaki yeğeni ve adaşı James’e hitaben yazdığı mektupta James Boldwin şu çarpıcı tespitte bulur:

“Geçmişini –tarihini- kabullenmek, onun içinde boğulmakla aynı şey değildir, onu ne şekilde kullanabileceğini öğrenmektir. Uydurulmuş bir geçmiş asla kullanılamaz, kurak geçen bir mevsimdeki kil gibi yaşamın baskısı altında çatlar ve ufalanır.”

Uydurulmuş bir geçmişin asla kullanılamayacağı elbette doğrudur. Ancak yine de James’in tespitinde uydurulmuş geçmişi hafife alan bir yön bulunmaktadır. Kurak geçen bir mevsimdeki kil gibi yaşamın baskısı altında çatlar ve ufalanır uydurulmuş geçmiş. Ancak onun çok daha kötü bir etkisi vardır. Kendisi çatlayıp ufalanırken bugünü ve yarını da beraberinde götürür. Bizi anlamlı bir gelecekten, bir geleceğin inşasından yoksun bırakır. İnsanı bir yaşamdan mahrum bırakır.

Uydurulmuş bir geçmiş anlatısı etrafında hayat inşa etme çabası Türkiye’de neredeyse temel varoluş biçimidir. Mücadele; geçmişi -tarihi- kabullenmek, onun içinde bir hayat sürmek üzerinden şekillenir. Geçmişin bizi kuşatması, bizi sarması herhangi bir dış etkiye karşı korunaklı kılması beklenir. Bir tür kendi pasifliğini, kendi varoluş atılımsızlığını gölgeleyen bir yansıtma işleviyle karşı karşıyayız. Kendisi olmayanlar, var olmak için çabalamayanlar varlık isteklerini sahte ve ucuz bir çözümle oluşturma arayışındadırlar. Geçmişte boğulmak, geçmişi adeta bugünü de sorumluluklarından muaf tutan bir öze, özneye dönüştürmek şeklinde karşımıza çıkıyor. Hayat kurma ve etki etme kapasiteleri son derece sınırlı ve yüzyıllardır temel hayat belirtisi maruz kalma ve tepki verme üzerinden şekillenmiş bir bünyenin geçmişe tutunma çabasını anlamak, bunun bir hayatta kalma dürtüsü olduğunu görmek elbette mümkündür. Ancak bu şartlar içerisinde ve bu şekilde yürüyen bir varoluşun da Baldwin’in ifadesiyle geçmişte boğulmaktan bir farklılık oluşturmayacağı ortadadır.

Türkiye’de bu hadise zannedilenden çok daha büyük önem taşımaktadır. Çünkü Türkiye kendi geçmişlerinin kıskacı altında can çekişmektedir. Hem farklı geçmişler var hem farklı geçmişlerin kavgaları var hem de bu farklı geçmişlerin el birliğiyle imkânsız kıldıkları bir bugün ve yarın var. Alternatif gelecek tasavvurlarının toplumsal gerçekliği gören, kuşatan ve taşıyan bir nitelikte mücadelesinden ziyade muhayyel geçmişlerin, tarihlerin bugüne ve yarına devlet merkezli mühendislik politikalarıyla nasıl giydirileceğinin savaşları verilmektedir. Türkiye’nin bugününde geçmişler hüküm sürmekte ve geçmişler savaşı verilmektedir. Geçmişte boğulmak, seçici olmayan bir hafızanın boyunduruğunda bugününden ve yarınından olmanın anlamı buradan gelmektedir.

Anlamlı bir geçmiş,........

© Fikir Coğrafyası