Yanı başımızdaki Suriyelilerin kadın, erkek, çoluk çocuk, maaile savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmalarını anlayabildiğimi söyledim hep. Anlamadığım ise Türkiye’de yerleşik hale gelmelerinden duyulan memnuniyet ve Türk vatandaşlarından daha fazla hakka sahip hale gelmeleri.
Ama asıl anlamadığım, Afganistan’dan gelenler. Arada koskoca bir İran var. Hiç yorulmadan bir polis devleti olan İran’ı aşıp, Türk sınırına dayanıyor, hiçbir sıkıntı çekmeden Türkiye’den içeri giriyorlar.
Sonra da Türkiye’nin neresine isterlerse oraya yerleşiyorlar.
Afganlarda ilginç olan, aralarında tek bir kadın, tek bir çocuk, tek bir yaşlı olmaması.
Hepsi 18 ila 35 yaş arasında. Hepsi zıpkın gibi. Hepsi asker görünümlü. ABD’nin de itiraf ettiği gibi bunlar kendi ülkelerinde ABD ve CIA ile işbirliği yaptıkları için, Afganistan’da hayatları tehlikede olan kişiler.
Yani CIA’in Afgan Ordusu. Ve biz bu orduyu sınırlarımızdan içeri güle oynaya alıyoruz. “Oğlum manyak mısınız, bunların ne olduğu belli. Bir ülke kendi içine CIA ordusu sokar mı, aralarında kadın yok. Bundan da mı korkmuyorsunuz?” dediğimizde ise “faşist” oluyoruz.
Neyse, asıl anlatacağım bu değil.
Önceki gün İstanbul’da, Pendik sahilinde askere benzeyen bir grup sivilin askerî talim yaptığı görüldü.
Sahilde halkın kullanımına açık bir parkta, bayağı bayağı sabah talimi yapıyorlardı. Vatandaş tedirgin oldukları bu görüntüleri kaydedip sosyal medyada paylaşınca herkes bunların “yasa dışı Afgan göçmenler” olduğunu düşündü.
Sonrasında “Göçmen sever” iktidarımızın “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi”nden bir açıklama geldi. (Ben bu merkeze ‘Dezenformasyon yapılacaksa biz yaparız size ne oluyor merkezi’ diyorum)
Merkez, bunların Afgan mülteciler, yani CIA askerleri değil, görev nedeniyle Pendik Tersanesi’nde bulunun Pakistan Deniz Kuvvetleri’ne bağlı birlikler olduğunu duyurdu.
En azından “Pakistan askerleri ise Pakistan askerleri. Milletin gezip dolaştığı parklar askeri talim yeri mi” falan demesi gereken millet de “Haa, tamam o zaman. Mesele yok” dedi.
Ben ise pek de “Tamam o zaman” demiyorum.
Anayasa’mızın, eğer hâlâ geçerli ise, 92. Maddesine göre, Türkiye’de yabancı bir ülke ordusuna mensup asker bulunacaksa, bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayı olması gerekiyor. Yani bir TBMM tezkeresi şart.
TBMM onayı olmadan, en dost ve en kardeş ülkenin askerleri bile Türkiye’de bulunamıyor.
Ben Pakistan askerlerinin Türkiye’de bulunmasına ilişkin bir tezkerenin TBMM’den geçtiğini hatırlamıyorum.
Geçti ise ne zaman geçtiğini, geçmedi ise daha hangi ülkelerin askerlerinin Türkiye’de Anayasa’ya aykırı olarak bulunduğunu merak ediyorum.
Tüm bunları merak etmesi gereken muhalefeti ise ne muhalefetten ne de partiden sayıyorum.
İktidarın göçmen yalanları
Neresinden tutsak, rezilliği neresinden ele alsak.
Geçen yıl 19 bin göçmenin kapılarına dayandığı Yunanistan’da Göç ve Mülteciler Bakanlığı var, 13 milyon göçmene ev sahipliği yapan ve Yunanistan’ın bir yılda karşılaştığı göçmen kadar göçmeni neredeyse her gün sınırından içeri alan Türkiye’de böyle bir bakanlık yok.
Bu rezilliğin bir tarafı.
Yunanistan Göç Bakanı Kairidis, Avrupa Birliği’ne Türkiye’yi şikayet ediyor ve “Türk Hava Yolları’nın sağladığı ucuz uçak biletleriyle, üçüncü ülkelerden vize sorunu olmadan Türkiye’ye gitmek çok kolay. Türk mevkidaşlarımızı bunun çok ‘yıkıcı’ ve ‘verimsiz’ olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyoruz.” diyor. Yani Yunan Bakan Türkiye’nin sadece kara sınırlarının değil, hava hudut kapılarının da yol geçen hanı olduğunu bize hatırlatıyor.
Ve daha da beteri “Türkiye mülteci anlaşmasını uygulamıyor” diyor.
Bu anlaşmanın 2016 yılında imzalandığını ve anlaşmaya göre Türkiye’den Yunan adalarına geçen tüm yeni düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini ama Türkiye’nin COVID önlemleri bahanesi ile buna uymadığını söylüyor.
Eee, o zaman Ahmet Davutoğlu’na sormak gerekir, hani AB ile aramızda göçmenler ile ilgili bir geri kabul anlaşması yoktu?
Hani, olmayan anlaşmaya göre, biz geri kabul ettiğimiz düzensiz göçmen kadar düzenli göçmen yollama hakkına sahip olacaktık?
Hani AB, olmayan anlaşmanın kendi üzerine düşen kısmını yerine getirmediği için bizim de kendi üzerimize düşen kısmına uyma yükümlülüğümüz yoktu?
Bu da rezilliğin ikinci yüzüdür.
Benim gördüğüm şudur.
Bu iktidar eskiden de, bugün de hepimize yalan söyleyip durmaktadır.
AB’den sürekli para koparıp, onların adına göçmenleri burada tutmaktadır.
Daha birkaç gün önce göçmenleri Türkiye’de tutmak için 781 milyon avroluk yeni bir sözleşmeye imza atan bizim iktidarımızdır.
Her yıl AB’den ve BM’den aldıkları birkaç milyar dolar için, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atan mevcut iktidardır.
Üç kuruş para için yaptığı bu işi kendi kitlesine “İnsani nedenlerle yapıyoruz. Ensar muhacir” diye yutturan da yine aynı iktidardır.
Aklınızda bulunsun hanımlar.
Türkiye’de ‘Kızlarımız başörtüsü ile üniversiteye alınmıyor” diye diye iktidar olanların bir bölümü şimdi “Şeriat için ne bekliyoruz” demeye başladılar.
Şeriat için artık beklemeyen Afganistan’da ise Taliban yönetimi kadınların üniversite okumasını yasakladı.
Gerçek şeriat budur.
Kadınlarımızın aklında bulunsun.
Eğer getirirlerse, üniversiteye artık takabildiğiniz başörtüsü ile bile gidemezsiniz.
Şimdilerde kullanmayı pek sevdiğiniz koca koca SUV’lerin direksiyonuna zaten geçemezsiniz.
Diktatörün özentisi
Atatürk’ün kurduğu parti 100. yılına aynen Türkiye Cumhuriyeti gibi hüzünlü bir biçimde girdi.
Genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Tek adam rejimine karşı, diktatörlüğe karşı” diye başladığı konuşmasının gerisini dinlemeye gerek yok, emin olun.
Kendisi tek adam olan, kendisi parti içinde diktatörlük kuran, parti içinde kendi oligarşisini yaratan, kendi partisi içinde oluşan rant odaklarını temizlemeyen, liyakati parti yönetiminde bile sağlamayan, hesap vermekten kaçan, başkalarına yönelttiği suçların aynısını kendi işleyen birinin başkalarını suçlamaya hakkı yoktur.
Suçladığı kişinin, en azından kendi kitlesi ondan memnundur, en azından kendi kitlesi ondan razıdır.
Asıl diktatör, tabanda hiçbir desteği kalmadığı halde, elindeki güç ile koltuğunu koruyarak tabanın arzu ettiği yönetimi kurmaya çabalayan muhalifleri sindirendir, yok edendir.
Bu tarife, en az suçladığı kişi kadar, hatta ondan daha fazla uyan kişi kendisidir.
Diktatörlüğün ilk şartı muhteris olmaktır. Kifayetsiz olanı ise ancak komik olur.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Kişi başı geliri bulmak için, gayrı safi milli hasılayı gerçek nüfusa böldüğümüz zaman.
The post Tezkere var mı tezkere appeared first on Fatih Altaylı.