Bedenlerin kamuya açık kısımlarından işaretler fışkırıyor; sokaklarda, otobüslerde, marketlerde, ofislerde, fabrikalarda anlattıkları duyulmak istiyor. Omuz başlarından, ellerden, derken tüm kollardan, ayak bileklerinden, enselerden ve boyunların incecik derilerinden mesajlar... Bazıları nasıl hem bu kadar kişisel ama aynı anda nasıl bu kadar kimliksiz olabilir; desenin kendisinden çok o deseni nakşetme eylemiyle ilgili bir karar gibi önümüzdeki. Şehirlerin şehir nüfuslu ilçelerinde, bazen küçücüklerinde bile, aynı anda dört-beş kişinin dövme yaptırabileceği ve dahi birilerinin kuyrukta beklediği bir dolu dövmeci var. Esnafın doğal bir parçası gibi artık.
1 Mayıs günüydü, Taksim’e kimse ulaşamasın diye alınan hukuk dışı olağanüstü önlemler yüzünden yarı işleyen çarşıdaki dövmecide biri yatıyor, biri sağ kolunda çalışıyordu. Trafik akmıyor, sokaklar kapalı, her yer binlerce polis dolu ve aynı esnada başka bir karede birinin derisine kim bilir ne motif sabitleniyor. Sahneyi zihnim kaydetti.
Sanki otuz beş yaş altında dövmesiz bir beden yok. Dövmenin geçmişi Neolitik zamanlara uzanıyor, birçok kültürde kadim bir gelenek. Yarattığı marjinal titreşim, doğduğu toprakları olduğu gibi bu geleneği de “keşfedip” Avrupa’ya taşıyanlarla başlamış olmalı.
Bugün 21. yüzyılda, mavi ya da beyaz yakalı genç işçilerin bedenlerine nakşettikleri dövmeler ayrıca okunmak istiyor sanki. Belki başka ihtiyaçlardan vazgeçerek, para biriktirerek, bazen birlikte yaşayacakları o “anlam” üzerine hayli düşünerek, ama bazen bunu hepten boşverip tenlerini rastgeleliğe de açık bir deftere dönüştürerek dövme yaptırıyorlar. Dümeninde olmadıkları bugünün dertleriyle debelenirken üzerinde söz sahibi hissettikleri sadece derileri kalmış sanki. Sürüklendikleri o........