Hirayama pansumanı, Saito, hijyen ve huzur

Bazı işler farklı nedenlerden yeni simgelere dönüşebiliyor. Örneğin limon satmak diplomanın geçinmeyi sağlama güvencesini yitirdiği bir çağda dahi “diplomalı” bir işin karşı kutbu gibi. Aynı zamanda pazarda misal elma satmaktan farklı ama haysiyetli bir alt çizgiyi işaret ediyor. “Simit sat onurlu yaşa” kalıbıyla birlikte seyyar simitçilik, kestane satmaktan farklı, daha ziyade “onursuz” görülen işlerin karşısında haykırılan bir “küçük” iş olmuş. Pis iş denince akla ilk gelenlerden biri tuvalet temizlemek olabilir. Pistir, ağırdır, günümüzde daha ağır ve pis işler de vardır ama insan ifrazatıyla yakın temasın doğurduğu dehşet benzerlerinden ayırır. Yönetmen Wim Wenders son filmi “Mükemmel Günler”de meramını bu “en” üzerinden kurmuş diye düşündüm. “O bile”, “bunu yapmasına rağmen” ile başlıyor sanki her şey.

İzlemeyenlerin seyir zevkine limon sıkacak bir yazı bu. Kültür endüstrisinin küresel sohbet odasında, filmi “mükemmel” bulamayarak azınlıkta kalmanın nedenlerini arama mesaisi. Film kadar, hatta daha çok, yarattığı etkiyi anlamlandırma çabası.

İyi bir hikâye anlatıcısı olan Wenders izleyenin nazikçe elinden tutup sakinleştirmek istiyor; Hirayama’nın güzellikleri görmek, kaydetmek, yetinmek gibi bu düzenin kıymetsizleştirdikleriyle ördüğü özel dünyasına çağırıyor.

Mutluluk, esenlik, huzur denilen insanlık hallerini zamane ambalajlarından sıyırıp çekirdek üzerine düşünmenin, her birini yeni bir kamusallıkla tanımlamanın, kendine yetmenin ve kendiyle barış sağlamanın kıymetine inanırken... Bu düzenin dayattığı hayatı, biraz da çatlaklarında bulunacak güzelliklerin, sevdiğimiz müziklerin, edebiyatın, seçtiğimiz sohbetlerin ve kimi anların çekilir kılabileceğini düşünürken... Yalınlığın, küçük olanı seçmenin “zenginliğine” ikna olmuşken... Kafama üşüşen sorularla neden daha ilk çeyreğinde sığınabileceğim bir mağara........

© Evrensel