Asgari ücret meselesi

İktisat literatüründe asgari ücret, devlet tarafından yasal olarak belirlenen ve işverenin bir çalışana ödemesi gereken en düşük ücret düzeyi olarak tanımlanır. Asgari ücretin bir çalışanın temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde olması ve düşük vasıflı, genç, kadın veya diğer dezavantajlı gruplar için etkili bir koruma sağlaması beklenir. Türkiye’de ise asgari ücret çoktandır bu anlamda bir asgari ücret olmaktan çıkmıştır.

Birincisi, yapılan çalışmalar göstermektedir ki özel sektörde çalışanların hemen hemen yarısı asgari ücret veya onun yakınlarında bir ücret almaktadır. Dolayısıyla asgari ücretten bahsederken artık en alt düzeydeki ücretten değil fiilen çalışanların çok büyük bir bölümünün aldığı ücretten bahsediyoruz.

İkincisi, asgari ücret çoktandır asgari geçim standartlarını karşılamaktan uzaklaşmıştır. Örneğin, kasım 2025 verilerine göre Türk-İş bekâr bir işçinin aylık yaşam maliyetini 38 bin 752 TL, dört kişilik bir ailenin açlık sınırını ise 29 bin 28 TL olarak tahmin ederken şu anda geçerli asgari ücret 22 bin 104 TL’dir.

Peki Türkiye’de asgari ücret neden bu kadar düşük ve neden bu kadar yaygın? Bunun arkasında ülke ekonomisinin yapısal sorunları ve izlenen politikalar bulunmaktadır. Asgari ücretin bu kadar düşük ve yaygın olması aynı zamanda ekonomideki verimsizlik ve yapısal tıkanıklıkların da bir göstergesidir. Düşük ücretler ve yüksek işsizlik oranları, ekonominin yeterli ve nitelikli istihdam yaratma kapasitesinin düşük olduğunu gösteriyor. Ücretlerin baskılanması, birçok işletmenin düşük ücretlere dayanarak varlığını sürdürmesine olanak tanıyor. Emek maliyetinin ucuz olması, şirketlerin teknolojiye ve verimlilik artışına yatırım yapma baskısını da azaltıyor.

Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine eklemlenme biçimi de bunda rol oynuyor. Uzun yıllardır uluslararası piyasalarda rekabet gücü büyük ölçüde ucuz emek gücü üzerinden korunmaya çalışılıyor. İhracata dayalı sektörler düşük ücret avantajına bel bağlarken ithalata bağımlı üretim yapısı da........

© Evrensel