Cristiano Ronaldo ve Yeni Dünya Düzeni

Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo, spor görüntülerinin tüketicileri olarak hayatımıza her zaman birer epifani gibi girerler; ama bir süredir daha az duygusal etkiye sahipler. Şimdilerde ikisinin yıllar yılı çiğneyip durdukları akıl almaz hedeflere bakıyoruz, başımızı sallıyoruz (Messi 922 gole ulaşmış durumda; bu yıl tüm kulvarlarda 43 attı; Cristiano Ronaldo 954 golde, bunun 104’ü Suudi Arabistan’a gittiğinden beri), ama belki de onlarla artık ilgilenmiyoruz. Peki onları bize tuhaf kılan, ya da en azından “farklı” kılan şey ne oldu? Kıyıda köşede sayılan liglere yerleşmeleri mi? Hayat tercihlerinin ardındaki motivasyonlar mı? Metamorfozlarını hangi anda gerçekleştirdiler? Ve o metamorfoz, bizim kafamızda hangi anda tamamlandı?

Messi, Katar’da Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra MLS’i seçti. Sonsuz ihtimâllerin papatyasını tek tek yolma lüksüne sahipti; kendi açısından tutarlı bir karar verdi: Ne kadar para kazanacağı zaten belli bir “çuvalla para” seviyesinin üzerindeydi; parmağını Florida’ya uzattı. Ronaldo ise, sanki doğanın güçlerini serbest bırakmış bir çiftçi gibi: Dolu, çekirge, sel… Sonra birden her şeyi söküp atıyor, iki hektar öteye taşınıp her şeye sıfırdan başlıyor.

2022’de Piers Morgan’a verdiği röportajı hepimiz hatırlıyoruz. O sohbette, kendisini “iştah açıcı bir çilek” diye tanımlamış ve Erik ten Hag’ı, dolayısıyla Manchester United’ı yerle bir etmişti. Oysa United, onu “eve dönen evlât” gibi, aşırı şekerli bir geri dönüş hikâyesiyle karşılamıştı. Messi’nin şeyhlerin dolarlarını seçtiği o yazda, bu dönüş neredeyse romantik bir dengeleme; rollerin ve mevzilerin inanılmaz bir ters yüz oluşu gibi görünmüştü. Ronaldo, Ten Hag’a saygı duymadığını söylemişti.

Morgan’la yapılan röportajlar, belki de Ronaldo için dolaylı yoldan “hesaplaşma” seanslarıdır. Nitekim, Ronaldo birkaç hafta önce İngiliz gazeteciyle yeniden konuştu. Ayakkabısındaki çakılları dökmek istiyordu belki; ama muhtemelen daha çok, ne kadar istemese de kariyerinin sonuna yaklaşması onu konuşmaya, kendini anlatmaya, figürüne dair algımızı etkilemeye itiyor. Röportajda çokça para konuşuldu: O konuşmanın yapıldığı sırada CR7, serveti 1 milyar doları aşan ilk futbolcu oldu ve bu konuda şunu dedi: “Paraya takıntılı değilim, ama belli bir seviyeye geldiğinde — paranın aslında önemli olmadığı seviyeye — yine de hep daha fazlasına sahip olmak iyidir.”

“Özel uçak aldım çünkü normal bir insan değilim, havalimanlarına gidemem,” dedi; kaç arabası olduğunu bilmediğini söylemedi. Hayatının muhasebesini yapar gibi sıraladığı bu envanterin sonunda, mesele ister istemez daha mahrem bir yere kaydı; odadaki file, belki de kafasının üzerinde dolaşan en büyük soruyu konuştular: Futbolu bıraktıktan sonra Cristiano Ronaldo ne yapacak? O anda Portekizli, onu çevreleyen dünyadan söz etmeye başladı. O dünya, seni bir taraf seçmeye zorlayan bir dünya. Nasıl taraf seçtiğine göre de insanların seni ve mirasını nasıl algılayacağı belirlenecek.

Cristiano Ronaldo’nun, Suudi Pro Ligi’nin kopernik merkezi olduğu sır değil; aynı lig, Suudi Arabistan Krallığı’nın dünya jeopolitiğinde yer talep etmek için kullandığı araçlardan biri ve buradan doğan “sporla aklanma” ve “yumuşak güç” suçlamaları da ortada. Dolayısıyla Muhammed bin Selman’a “patronumuz” demesi çok da tuhaf değil. Daha şaşırtıcı olan, konuşmanın Donald Trump tarafına kaymasıydı. Önce şakalaşarak; bir noktada Piers’a, “Bence dünyada benden daha ünlü kimse yok,” dedi; sonra göz kırpar gibi ekledi: “Bakalım, kim daha ünlü: Ben mi, Donald Trump mı?​”

Morgan’a pası veren olay, geçen haziranda yaşanmıştı: Kanada’daki G7 zirvesinde Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, Trump’a Ronaldo’nun formasını vermişti; Ronaldo formaya şu notu düşmüştü: “Başkan Donald J. Trump, barış için oynuyor.”

“Dünyayı değiştirmeye çalışan adamlardan biri,” dedi Ronaldo, “Asıl hedefim onunla tanışıp barış hakkında konuşmak,” diye de ekledi: “Umarım bir gün yüz yüze konuşurum, çünkü gerçekten sevdiğim insanlardan biri; bir şeyleri olduruyor ve ben onun gibi insanlara saygı duyarım.” Başarırsa, ona ortak yanlarının ne olduğunu da söyleyecekmiş.

Birkaç hafta sonra CR7, Beyaz Saray’ın içinde kameralar karşısında gülümsüyordu.

Cristiano Ronaldo’nun arzularının bu kadar hızlı gerçekleşmesi hiç şüphe uyandırmıyor(!). Belli ki zaten ABD’de olacağını biliyordu: Gelecek yılki Dünya Kupası, Prens Selman’ın devlet ziyareti… Onun varlığını makûl kılan birden fazla neden vardı. Peki ne yaptı? Kendi hikâyesi için bir “tutarlılık yatağı” döşemek üzere Morgan’ı mı seçti? Yoksa, söz konusu Cristiano Ronaldo olduğunda her rüyanın, her arzunun gerçekleşmeye bir adım mesafede olduğunu mu göstermek istedi?

Ronaldo, on yılı aşkın süredir ABD’ye gitmemişti: 2014’te Real Madrid’le Manchester........

© Evrensel