Nixon Çin’e, Bahçeli İmralı’ya gider: Balkabağından faytona, ihanetten bekaya

Ve TBMM Komisyonu İmralı ziyareti için karar verdi. Kutlu, kademli olsun, encamı hayrolsun. Çok eskiye gitmeyelim iki, bilemedin üç yıl önce; değil Öcalan’ı ziyaret etmek, onun ziyasıyla tenvir olmak maksadıyla yola revan olmak, “gidilmesi gerektiğini düşündüğünü söylemek” bile Silivri’de karavanaya kaşık sallamak için yeter de artardı bile. Çin’e giden siz değil de Nixon olunca işin rengi değişiyor: Balkabağını görkemli bir faytona çevirip Külkedisi’nin imdadına yetişen Peri, bu defa da suçu bekaya; haini de devlet adamına çeviriyor, tek bir dokunuşla.

Madem meşhur perimiz yeni Külkedileri yarattı; bu yazıda onların söylemlerine, süreci nasıl değerlendirdiklerine biraz daha yakından bakalım. Yazının sonuna da ilk çözüm süreci ile bugünü karşılaştıran bir tablo ekledim; elbette daha epey bir geliştirilmesi, detaylandırılması gerekir gibi. Hadi birlikte bakalım Vehbi’nin kerrakesine.

“Terörsüz Türkiye’ye geçiş süreci” kapsamında güvenlik bürokrasisini, hukukçuları, akademisyenleri dinleyen Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 21 Kasım’daki 18. toplantısında İmralı’ya bir heyet gönderme kararı aldı. Karar, 51 üyeli komisyonda 32 “evet” oyuyla ve 5’te 3 nitelikli çoğunlukla alındı. Heyete AKP, MHP, DEM Parti ve Yeni Yol Grubu’ndan birer temsilci gidecek; CHP, İmralı’ya gidecek heyete üye vermeyecek. Toplantının İmralı oylaması kısmı AKP–MHP–DEM oylarıyla kapalı oturumda yapıldı; CHP buna itiraz ederek salonu terk etti.

İmralı’ya gidecek heyetin ana omurgasını oluşturan Cumhur İttifakı’nın konuya ilişkin temel stratejisinin şu başlıklar altında toplanabileceğini düşünüyorum:

Devlet Politikası: Meclis Komisyonu'nun (özellikle MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız'ın da katılımıyla) adaya gitme kararı alması, Cumhur İttifakı’nın bu meseleyi artık bir güvenlik bürokrasisi operasyonu değil, bir devlet politikası olarak kodladığını gösteriyor. Cumhur İttifakı sürecin sorumluluğunu TBMM ve devlet mekanizması arasında pay etmeye çalışıyor.

Meşruiyet Transferi ve Yük Paylaşımı: Siyasal iktidar ve onun ortağı MHP, olası bir başarısızlığın faturasını tek başına yüklenmek istemiyor. Süreci Meclis Komisyonu üzerinden yürüterek, meseleyi AKP-PKK görüşmesi parantezinden çıkarıp, Millî İrade'nin sorunu çözme girişimi olarak çerçevelemek istiyorlar. Beklenti, Öcalan'ın vereceği mesajın yükünü Meclis'in (dolayısıyla tüm siyasetin) omuzlarına yaymak.

Bölgesel Konsolidasyon: Cumhur İttifakı İsrail-İran gerilimi ve ABD'nin Suriye'den çekilme senaryolarının tartışıldığı 2025 konjonktüründe, Türkiye’nin iç cepheyi tahkim etmek zorunda olduğunu düşünüyor. Cumhur İttifakı’nın beklentisi, Öcalan'ın silah bırakma çağrısını aşarak, örgütün (özellikle Suriye kanadının) Türkiye'nin bölgesel çıkarlarıyla çatışmayacak bir pozisyona evrilmesini sağlamak.

Anayasal Yol Temizliği: Realpolitik açıdan bakıldığında, iktidar bloğunun yeni anayasa ve Erdoğan'ın yeniden adaylığı (veya görev süresi) için DEM Parti'nin desteğine veya en azından çatışmasızlığına ihtiyacı vardır. Beklenti, Öcalan'ın bu anayasal sürece yeşil ışık yakacak bir politik iklim yaratmasıdır.

Bu ittifak içinde Erdoğan/AKP hattının kontrol altında bir barışsız çözüm peşinde olduğunu düşünebiliriz. Erdoğan/AKP için süreç çözüm/barış değil Terörsüz Türkiye’ye geçiş diye adlandırılıyor; Şenol Karakaş’ın işaret ettiği gibi bu tercih, özgürlük, demokrasi, yeni anayasa yerine geçiş yasaları ve terörsüzlük vurgusunu öne çıkarıyor. SETA çizgisindeki yorumlarda da ağırlık silahsızlandırma ve entegrasyonda. Rejimin demokratikleşmesi gündeme gelse de bu, merkezde değil. Bu hususları dikkate alarak AKP ve Cumhur İttifakı açısından İmralı görüşmesinin olası beklentileri şöyle özetlenebilir:

Cumhur İttifakı, Öcalan’ın, PKK’nin feshi ve kalıcı silahsızlanma doğrultusunda net, “tarihe geçecek” (!) bir söz üretmesi beklentisinde. Hiç kuşkusuz, Öcalan’ın bu “söz”ü, sürecin Ankara merkezli ve denetim altındaki “Türkiye modeli”ne eklemlenecektir. Erdoğan/Bahçeli, DEM Parti ve geniş Kürt siyasetini, İmralı üzerinden bu “model”e rıza verir hâle getirme amacında.

Yine SETA’dan yararlanarak söylersek, Erdoğan cephesi, Öcalan’ın beklenen açıklamalarını hem içeride “terörün bitirilmesi”nin kanıtı, hem de dışarıda “sorunlu dosyanın kapanması” olarak kullanmak isteyecektir; bunu da yine resmî söylemdeki “Türkiye modeli” ve “millî birlik” kavramlarıyla saracaktır.

Cumhur İttifakı’nın, konuya bakışını anlamak açısından SETA’ya daha yakından bakmak gerektiğini düşünüyorum. SETA, kendi tanımına göre bağımsız bir düşünce kuruluşu olsa da hem Türkiye’de hem uluslararası medyada “hükümete/iktidara yakın, pro-government think tank” olarak tanımlanıyor. Vakfın genel koordinatörü Nebi Miş Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 15 Temmuz ve benzeri başlıklara Erdoğan/Bahçeli zaviyesinden bakan bir isim. Dolayısıyla SETA’nın “Terörsüz Türkiye” çerçevesi, iktidar blokunun kendi içinde ürettiği düşünsel altyapının tipik bir örneği. Konu ile ilgili araştırmalarından ve yayınlarından hareketle SETA’nın mevcut süreci şu ana başlıklar altında ele aldığını söylemek mümkün:

a) Çıkış noktası: Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin feshi

SETA’ya göre “Terörsüz Türkiye süreci”, Öcalan’ın Şubat 2025’te yaptığı çağrıyla başlıyor: Öcalan, PKK’ye “silahlı mücadeleyi sonlandırma ve örgütsel olarak dağılma” çağrısı yapıyor; ardından PKK 5–7 Mayıs 2025 tarihli 12. Kongresi’nde kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan ediyor.

SETA metinlerinde bu, “tarihî bir dönüm noktası” ve Türkiye’nin terörle mücadelesinde büyük bir başarı olarak kodlanıyor. PKK’nin Süleymaniye’de KYB kontrolündeki bölgede yaptığı ilk silah yakma töreni, sürecin sembolik ve psikolojik gücünü gösteren bir “gösteri eylemi” olarak okunuyor.

b) “Türkiye modeli”: Müzakeresiz, ön şartsız, güvenlik üstünlüğüne dayalı

Nebi Miş’in yazıları bu çerçevenin teorik omurgasını kuruyor:

• Silah bırakma süreci, “devletin terörle mücadelede sağladığı üstünlüğün doğal sonucu” olarak tanımlanıyor; yani esas neden, güvenlik aygıtının askerî ve teknolojik kapasitesinin artması.

• “Terörsüz Türkiye hedefi”, “müzakere olmaksızın, toplumsal hassasiyetler gözetilerek atılan stratejik adımlar” şeklinde tarif ediliyor. Yani “al–ver, yol haritası, müzakere, muhataplık, ön şart” gibi unsurların sürecin parçası olmadığı özellikle vurgulanıyor.

Bu nedenle SETA metinleri, dünyadaki IRA, ETA, FARC gibi örneklerden ayrıştığını özellikle söyleyerek süreci “Türkiye’ye özgü bir model” olarak sunuyor: Terör örgütü devletle pazarlık yaparak değil; askeri–güvenlik baskısı altında, tek yanlı fesih ve silahsızlanmaya zorlanmış oluyor.

c) PKK–Kürt meselesi ayrımı: Önce fesih, sonra “normal siyaset”

Hüseyin Arslan’ın “Üç Boyutuyla…” yazısı SETA’nın en net şemasını veriyor:

Birinci boyut: PKK’nin feshi ile “toplumsal meselelerin” birbirinden ayrılması.

• Terörsüz Türkiye sürecinde “PKK’nın silahsızlandırılması temel başlangıç noktası”dır.

• Kürt meselesi, kimlik, demokrasi, temsil vb. başlıklar ise, ancak terör tamamen bittikten sonra, “normal siyasal alan” içinde tartışılmalıdır.

İkinci boyut: Devletin güvenlik konsepti.

• Devletin kararlı tutumu ve teknolojiye dayalı güvenlik stratejisi, PKK’nin sahadaki varlığını sürdürülemez hale getirmiştir.

Üçüncü boyut: Siyasî/algısal boyut.

• Sürecin, “eski çözüm süreciyle aynıymış gibi gösterilmesi”, SETA’ya göre yanlış ve tehlikeli bir algıdır; yeni süreç daha temkinli, daha gerçekçi ve “pazarlıksız”dır.

Bu çerçeve, klasik “çözüm süreci”nden kopuşu ideolojik olarak meşrulaştırıyor: 2013–2015 arası deneyim “HDP ve PKK’nın heba ettiği”, devletin iyi niyetine rağmen küresel güçlerle uyumlu sabotajla bitirilmiş bir süreç olarak kodlanıyor.

d) Meclis Komisyonu: Sürecin kurumsal–meşruiyet zemini

“Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na dair 5 Soru metni, komisyonu Terörsüz Türkiye sürecinin kurumsal çekirdeği olarak sunuyor:

• Komisyon TBMM çatısı altında kurularak süreci Meclis’in ve dolayısıyla “millî iradenin” denetimine bağlar.

• İYİ Parti dışındaki bütün partilerin komisyonda yer alması, “kapsayıcı ve meşru bir siyasal çerçeve” olarak anlatılır.

• Komisyonun görevi;
- Terörün sonlandırılması sürecinde toplumsal hassasiyetleri gözetmek,
- Toplumun farklı kesimlerini dinlemek (düşünce kuruluşları, şehit–gazi aileleri, Cumartesi ve Diyarbakır anneleri, akademisyenler, gençlik örgütleri vb.),
- Bir “izleme–öneri mekanizması” ve güven inşa aracı olmak.

Nebi Miş, bu komisyona “odak dışı yükler bindirilmemesi” gerektiğini; Türkiye’nin bütün sorunlarını çözecek bir “süper organ” gibi sunulmasının silah bırakma sürecini yavaşlatabileceğini söylüyor.

e) Bölgesel boyut: Suriye sahası ve YPG/SDG

Can Acun’un yazısı, süreci bölgesel stratejiye bağlayarak tamamlıyor:

• PKK’nin tarihsel örgütlenmesinde Suriye rejimi ve muhaberatın rolü ayrıntılı anlatılıyor; PKK’nin Suriye üzerinden Türkiye’ye karşı kullanılan bir araç olduğu vurgulanıyor.

• “Terörsüz Türkiye” sürecinde PKK’nin feshi ilerlerken, Suriye sahasındaki uzantısı SDG/YPG’nin de artan baskılar altında Şam rejimine entegre edilmeye zorlandığı anlatılıyor.

• Türkiye’nin askerî kararlılığı, ABD’nin pozisyonu ve İsrail’in “destek girişimleri” bu resimde ayrı ayrı ele alınıyor; süreç PKK’nin Suriye sahasındaki varlığının da tasfiyesine doğru ilerliyor olarak resmediliyor.

Böylece Terörsüz Türkiye söylemi sadece iç güvenlik değil,........

© Evrensel