2025: Aile yılı kıskacında kadınlar

Sıla Altun
[email protected]

2025 işçi ve emekçilerin birçok yönden hak kayıplarına uğradıkları bir sene olmakla birlikte aynı zamanda bu hak kayıplarına karşı mücadelenin de irili ufaklı örgütlendiği bir sene oldu. Kadınlar için ise özel bir niteliği vardı bu yılın. Bu yıl “aile yılı” ilan edilmişti. Bu ilan, başta kadınlar olmak üzere işçi ve emekçilerin emeklerine ve haklarına dönük çok yönlü bir saldırının çerçevesini oluşturdu.

2025’in aile yılı ilan edilmesi, öncesindeki birtakım tartışmalarla da birlikte geldi. Demografik dönüşüm, “fırsat penceresi” vb. süslü kelimelerle ifade edilen asıl dert, Türkiye’de -birçok ülkede olduğu gibi- doğum hızı oranının azalıyor olmasıydı. Buna ilişkin iktidar cenahından birçok söz söylenildi. Aile bakanı “Bu gidişle askere gönderecek genç bulamayacağız” derken iktidar cenahından birçok kişi özellikle “aile yapısının” modern zamanlarda yaşadığı sorunlardan kaynaklı nüfus artış hızının düştüğüne dikkat çekti. Bu modern zamanlar sorunları ise, dijitalleşme, “aileye karşı” akımlar vb. olarak tanımlandı. “Aile birliği” ve “milli birlik” eş anlamlı bir biçimde ele alındı ve nüfus artış hızındaki düşüş bir milli güvenlik sorunu olarak ifade edildi. Sorun böyle ifade edilince iktidarın, “modern dönemin sorunları” olarak altını çizdiği unsurlar da milli güvenliği tehdit eden unsurlar haline dönüştürüldü. Bunun en net çıktısı, LGBTİ’lerin varoluşuna dönük saldırganlık ve elbette kadın hareketine yönelik müdahalelerdi. Eşit haklar için mücadele etmek, milli güvenliği tehdit etmekle eş değer olarak anıldı. Bu hak mücadelelerine saldırıların daha yoğun olacağının temel işaretlerinden biri oldu.

Aile yılı, iktidarın ideolojik perspektifini yansıtmaktan çok daha fazlasıydı. Demografik kriz, geleceğin işçi nesillerinin yeniden üretimi açısından kritikti. LGBTİ ve kadınlara yöneltilen saldırıların temel dayanak noktası, sermayenin yeniden üretilmesi açısından gereklilik haline gelmiş unsurların örgütlenmesiydi. Aile yılının iktisadi ayakları ise orta vadeli programda açık bir biçimde kendine yer buluyordu: “İş ve aile yaşantısının uyumu” adı altında esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygın bir biçimde örgütlenmesi. Sermayenin esnek çalışmayı yaygınlaştırma ihtiyacını gözeten politikalar, iktidarın ekonomi programının temeline oturtuldu. İktidar eliyle örgütlenen esnekliğe dayanan ve kadın istihdamını “artırmayı” hedefleyen projelerde, güvencesizliğin nasıl işlediği net bir biçimde görüldü. Üç aylık, altı aylık sürelerle “kursiyer” olarak istihdam edilen ve istendiği gibi işten çıkartılabilen kadın işçiler devlet eliyle yaygınlaştırıldı. Tasarruf tedbirleri ve kamusal hizmetlerdeki özelleştirmeyle birlikte bakım yükü kadınların sırtına iyice yüklendi. Bu yükü kaldırmaları için kamu emekçisi kadınlara yarı zamanlı çalışma bir müjde gibi sunuldu. Önce mağdur et sonra güvencesiz çözümleri müjdele! Bu durum kadınların istihdama eşit bir biçimde katılabilmesinin önündeki temel engellerden oldu. Bu tablo, aile yılıyla birlikte örgütlenen istihdam ve sosyal politika tercihlerinin doğrudan sonucuydu.

TÜİK’in 2025’in üçüncü çeyreğine ilişkin verilerine göre, “Ev işleriyle meşgul olduğu” nedeniyle iş gücüne dahil olamayan kadın sayısı 5 milyon 533 bin. Her 100 kadından 39’u işsiz. Haziran-ağustos arasında 107 bin kadın sanayi istihdamından çıktı.

Kadınların ortalama haftalık çalışma süresi 38.5 saat ile erkeklerin (44.4 saat) oldukça altında kaldı. 2023’te 40.6 olan bu süre 2024’te 39.2’ye geriledi. Bu durum, yıllar içinde kadınların daha çok kısmi zamanlı, esnek ve güvencesiz işlerde çalıştığını gösterdi. Türkiye’de tam zamanlı........

© Evrensel